La Rage

yollayan tutbenidüşmeden on Kasım 23, 2007

ödüllü fotograflar

yollayan tutbenidüşmeden on Kasım 20, 2007



1957 Douglas Martin, ABD.
ABD'de sadece beyaz öğrencilerin devam ettiği Harry Harding Lisesi'ne kabul edilen ilk siyah öğrencilerden Dorothy Counts'ın okuldaki ilk günü. Tacizlere sadece 4 gün dayanabilmişti.



1960 Yasushi Nagao, Japonya
12 Ocak 1960. Sağcı öğrenci, Japon Sosyalist Parti lideri Asanuma'yı öldürmeden saliseler önce...



1963 Malcolm W. Browne, ABD
Budist rahip Thich Quang Duc, Güney Vietnam Hükümeti'nin din adamlarına eziyet etmesini kendini yakarak protesto ediyor. Rahip yanarak ölürken hiç ses çıkarmadı ve kıpırdamadı.



1965 Kyoichi Sawada, Japonya
Güney Vietnam'da anne ve çocuklarý ABD bombalarýndan kaçmak için nehri geçmeye çalışıyor
1968 Eddie Adams,



1972 Ut Cong Huynh, Vietnam
Güney Vietnam uçakları yanlışlıkla napalm bombasını bir köyün ortasına düşürdü. Fotoğrafçı (şimdilerde herkesin tanıdığı) küçük kızın yanan kıyafetlerini "Çok sıcak" diye bağırarak üzerinden atmasını unutamadığını açıkladı.



1966 Kyoichi Sawada, Japonya
ABD birlikleri Güney Vietnam'da Vietkong'lu ölü bir askeri sürüklerken... Ödülü 2 yıl üstüste kazanan Japon fotoğrafçı Swada'yı, tanık olduğu görüntüler onu o kadar yıprattı ki aldığı ödüllere hiç sevinemedi. Kamboçya'da bir görevdeyken 1970'de öldürüldü



1 Şubat 1968. Güney Vietnam Polis şefi Nguyen Ngoc Loan, Viet Kong'lu olduğundan şüphelendiği genci öldürürken...



1982 Robin Moyer, ABD
Beyrut'taki kamplarda katledilen Filistinli mülteciler... ABD'li Moyer, dayanılmaz koku arasında fotoðraflarý çekmeye çalışırken İsrailli askerlerin şakalaştığını duyuyordu. Katiller hiç bir zaman yargı karşısına çıkmadı.


1983 Mustafa Bozdemir, Türkiye
30 Ekim 1983'te Koyunören'de meydana gelen depremde, Türk annenin 5 çocuğunun ölüsünü gördüğün andaki tepkisi yürekleri parçaladı.



1992 James Nachtwey, ABD
Somali'de bir anne, kıtlık sonucu ölen çocuğunun cansız bedenini kaldırıyor.



1994 James Nachtwey, ABD
Ruanda'da bu adam Tutsi isyancılarıyla konuştuğu gerekçesiyle askerler tarafından bu hale getirildi.



2002 Eric Grigorian, ABD
İran'da asker ve köylüler, depremde ölen kurbanlar için mezar kazıyorlar. Bir çocuk ise ölen babasının pantolonuna sıkı sıkı sarılmış, yanıbaşındaki boşluğa babasının gömülmesini bekliyor.



2003 Jean-Marc Bouju, Fransa
Iraklı adam, savaş esirlerinin tutulduğu bölgede çocuğunu rahatlatmaya çalışıyor.



1962 Héctor Rondón Lovera, Venezuella
Sniper tarafından vurulan bir asker son anlarında papaza tutunuyor...



1981 Manuel Pérez Barriopedro, Ýspanya
Ödüllü kare, Albay Molina ve askeri polisin İspanya Parlamentosu'nu rehin aldığı 23 Şubat 1981'de çekildi. Rutin bir parlamento günü yaşayacağını zanneden İspanyol fotoğrafçı filmleri ayakkabısında sakladı.



2001 Erik Refner, Danimarka
Pakistan'daki kampa hayata veda eden bir Afgan mülteci çocuk cenazesi için hazırlanıyor.

çek elini pipinde Adolf

yollayan tutbenidüşmeden on Kasım 18, 2007

çek elini pipinde Adolf

Eli hep pipisinde olan Adolf’e böyle bağırıp durmasaydı bahtsız Klara Teyze1, tarih başka türlü mü yazılırdı? Sanmam. Çünkü Adolf’e değilse bile, Mussolini’ye, Pinochet’ye, Netekimzade Kenan Efendi’ye, Ziya-ül Hak’a, Pol Pot’a, Hanry Kissinger ya da George W. Bush’a ve maalesef, sürüsüne bereket nice diktatöre çocukluğunda böyle bağırılıyordu, bağırılacaktı başka bir zamanda başka bir yerde. İktidar ve iktidarsızlık bir sembol olarak apış aramızdaki derin yere çağrışımlıydı. Derin, saklı, her yerde sergilenmesi ayıp, ama hayatımızı yönlendiren fallik bir duruş ile devletin/otoritenin duruşu, ta çocukluğumuzda beynimize kazındı. Pipisi değil de kukusu olanlarımız ise, iktidar kuku üzerinden kurulmadığı, kuku bizzat hükmedilme alanı sayıldığı için, ‘çek elini!’ uyarısından önce tokadı yediler ve yemekteler. Eli poposuna gidenlerimize ise tokat bile layık görülmedi ve onlar sırf bundan dolayı temerküz kamplarına gönderildiler/ gönderilmekteler.2
Kuku, mızrak ya da süngü çağrışımlı değil torba/çuval çağrışımlıdır ve biraz sonra aktaracağım metafor/mecaz üzerinden insanın insan olma sürecinde daha önemli bir yeri vardır. Mızrak/ bıçak/süngü/penis bu yeri gasp ettiği için, tarih biraz da iktidarın/otoritenin mızrağı çuvala sığdırma çabasından (ama aslında sığdıramadığı için de, bu noktada, bir tekerrürden) ibarettir. Ursula K. Le Guin (Elisabeth Fisher’den aktardığı) ‘çuval kuramı’ndan hareketle, tarih öncesi çağlarda insanların besinlerinin çoğunluğunu bitkilerin oluşturduğunu ve eliyle taşıyacağından fazlasını ve çocuğu taşımak için bir torba benzeri araca ihtiyaç duyması gerektiğini ve bu yüzden insanın bulduğu ilk araç-gereçlerden birinin kesici ve delici aletlerden çok, bir torba olması gerektiğini ileri sürer. Kesici ve delici alete öncelik veren kuramların ise hikâye/kahraman ikilisinin baskınlığı ve erkeği/gücü öne çıkarması dolayısıyla insana gurur duyulacak bir geçmiş ve gelecek kurgusu sunamayacakları sonucuna varır. Bu hikâye/kahraman eşleştirmesini biraz daha geliştirelim. ‘Büyük’ insanlar, diğerlerinin uğraştığı küçük ve günlük uğraşların insanları olmadıkları kuruntusu içindedirler ve bütün bir insanlığın hayatını düzenleyecek kamusal projelerle meşguldürler. Bahçeye sebze dikmek, tavukları yemlemek, kedileri beslemek, çocukla ya da sevgiliyle oynaşmak bu büyük adamların işi değildir.
Namlunun ucundaki iktidara ulaşma, memleketi kurtarma, işçilere, gençlere, kadınlara bilinç taşıma faaliyeti duygusallığı kaldırmaz. Yeni hikâyeler, yeni kahramanlar, yeni kurtarıcılar gereklidir. Hatta mitolojik çağlardan farklı olarak kahramanlar-kurtarıcılar ötesi yaratıklar olan liderlere/politikacılara ve düzenli ordulara ihtiyaç vardır. Ve eski çağlarda olduğu gibi değildir artık hikâyeler; nasıl ki o zamanlardaki gibi çıplak gezmiyor, iktidar çağrışımlı organlarımızı saklıyorsak, av partilerimizi, silahlarımızı, savaşlarımızı, hükmetme aygıtlarımızı da bir gizlilik ve yasak perdesi altında sunmalıyız. Öyle ki, bu muamma hali ve abartı gerçek gücümüzün ötesinde bir etki ve korku-sindirmeye yol açsın. (Son yaşanan savaş öncesi ve savaş durumunda ABD’nin savunma ve saldırı sistemlerinin haline bakınca, bu görülebilir.)
Hikâye politikadır artık. Çünkü gücü politikanın başarısı belirler. Avlanan mamut değil, halk ve iktidardır; politik rakipler ve karşıtlardır. İçinde derecelenmiş ve parçalanmış ilişkiler barındırmayan uyumlu ilişkiler ve yaşam kurguları ise, tıpkı çuval kuramcılarının öngördükleri günlük yaşamlar gibi, küçümsenmeli, dışlanmalı, manipülasyon ve dezenformasyon araçları da kullanılarak düşman ilan edilmelidir. Mamut etinden köftelerimiz Mc Donald’s’larda pişmiş olarak ya da meclis tavanına atılarak test edilmiş ve çiğ olarak sunulmaktadır. ‘Bu sabah Elif’le mantar toplamaya çıktık. Sonra bahçedeki marulları çapaladık ve tavukları taze sebzeyle besledik. Ardından kendi yapımımız olan aletlerle müzik yaptık ve tekneyle biraz gezindik. Akşam da köy meydanında, biz denizdeyken olan kavgayla ilgili konuşmak ve sorunu çözmek için diğer köylülerle bir araya geldik.’ diye bir arzı hal yine çekici değildir. Çekici olan seçim olsun ya da olmasın taraftara ve oy pusulasına indirgenmiş halk, ele geçirilecek ya da üzerinde etkili olunacak politik iktidar ya da küçük iktidar alanları, soyları kurutulacak iç ve dış düşmanlardır. Dünya büyük avcı için bir ‘national geographie’dir. Av hikâyeleri bire bin katılarak anlatılır. Yalanlar, avcının gücü elinden kaçırma korkusunu ve hikâyeden sıkılanın bu hikâyeye bir son verme cesaretini bastırmak içindir. ‘Adalet ve özgürlük’ diyenlerin ‘mıymıy’ talepleri nedir ki, muhteşem bombaların ve silahların yanında? Seyyah olup şu alemi gezecekler avuçlarını yalasın; bir lokma bir hırka, bir ağaç gölgesi/çadır/baraka isteyenler de. Sesten hızlı uçaklarına atladıkları gibi birkaç dakikada yapar bu işi avcılar. Hız gereklidir ve yok etme gücü. İkiz/üçüz/dördüz/... kulelerin, kubbelerin, minarelerin yüceliğinin yanında cüce kalır diğerleri. Hepsi hepsi süngüye/bombaya bakar onlardan kurtulmak.
‘Destanımızda kimlerin maceralarına yer verdiğinize’ bakar tercihiniz. Gücün gölgesinde, her an ölüm ve zulüm korkusuyla bir ‘yaşam’ bir yanda; diğer yanda basit ve uyumlu bir yaşam. Nasıl? Mızrağa mızrakla, süngüye süngüyle, bombaya bombayla karşılık vererek değil tabi ki. Yok edici aletlerin dehşet dengesi hiçbir zaman beceremeyecek bunu. Nasıl bir ülkü kurduysanız ona uygun yöntem ve araçlar kullanmak durumundasınız. Ülkünüze ters düşen araçların mazereti yoktur. Elinizde olarak/olmayarak ahlâksızlaştırırlar/kirletirler sizi. Kendilerini o araçların üzerine konuşlandırmış olanlar zaten, onları güdüleyen şey hep böyle örgütlenmek olduğundan, sizden bir adım önde olacaklardır daima. Şimşir mızrağın karşısına meşeden mızrakla mı çıktınız, bir zaman gelir çelik mızrak bulursunuz karşınızda. Daha sonra tank-tüfek. Evlerde kurulan basit atölyelerde düşmanınkine denk silahlar üretilebildiği zamanlar çok gerilerde kaldı. Erdem ve sorumluluk; ahlâk ve dışlama; dayanışma ve örgütlülük; işte mümkünse ancak bunlarla karşısında durabilirsiniz. Ondan bile kurtulana kadar, meşru müdafaa hakkınızı kulak arkası yapabilirsiniz (sigara içmeyenler için başka bir deyim de kullanılabilir burada).
Yani avcıyı avlanmaktan alıkoymak, dahası avlama-avlanmanın kendisinden kurtulmak mümkün. Kapıları tutan bezirgan başlarına haraç vermeden, korkunun yerine varlığın bütünselliğinden doğan ve doğal bir ölümü de içine sindirmiş yaşamı koyarak, zulme ve savaşa karşı direnerek, ‘çek elini pipinden...’ diyebilme kararlılığını göstererek. Bir çocuğa ‘çek elini pipinden’ demenin yıkıcı sonuçlarına sonraları maruz kalmamak, onunla oynayabildiği sürece alıkoymamak, herhangi bir organla ilişkinin yersizce kesilmesinin ilerde tehlikelerle dolu bir patolojik muammaya dönüşmesine şahit olmamak ve bu durumla uğraşmamak için, bir çocuğa bunun denmemesi gerektiği kanaatindeyim. Ama sonraki yaşlarda, apış mantarlarından kurtulmanın bir yolunu bulmadığından olsa gerek, gücü ve mülkiyeti hep sakınıp güvence altında tutmak, iktidar aracının hep yerinde ve kullanılmaya hazır durduğundan emin olmak için, elini ha bire oralarına götüren koca adamların o hastalıklı erkeklik gösterilerini sıkılarak ve iğrenerek seyretmek zorunda kalmamak için, bunu yapabilmeliyiz. Hükmedici gücün her darda kaldığında, sıkıştığında elinin bir silaha ya da bombaları yollayan bir düğmeye gitmesini kahredici bir şov gibi izlememek için artık boylu boslu olmuş bu ‘çocuklara’ ‘Çek elini pipinden!’ diyebilmeliyiz. Bugün daha da net olarak görüldüğü gibi, dünyanın ve çevresindeki işgal edilmiş uzayın selâmeti buna bağlı.


dipnotlar:
1 Adolf Hitler’in bahtsız annesi.
2 Saldırganlığı ve şiddeti SADECE bu mecaz-metaforla açıkladığım sanılmasın. Ama bunun pek önemli olduğuna dair kanaatimi de belirtmeliyim.

"Bildiğimiz kadarıyla insansıların evrim geçirip insana dönüştüğü tropik bölgelerde, türün temel gıdası bitkilerdi. (...) o bölgelerdeki insanlar yüzde 65 ila 80 oranında toplayıcılık yaparak besleniyorlardı; yalnızca kutup iklimlerinde et başlıca gıda maddesi olarak kendini gösteriyordu. (...) Tarih öncesinin ortalama insanı, haftada on beş saat kadar çalışarak gül gibi geçinip gidiyordu. İnsan haftada on beş saat çalışmayla hayatı kazanabiliyorsa, başka şeyler için pek fazla zamanı kalıyor demektir. O kadar ki, belki de hayatlarını renklendirecek çocukları, el işçiliği, aşçılık, şarkı söylemek gibi yetenekleri ya da kafa yoracak pek enteresan düşünceleri olmayan huzursuz tipler, bu zaman bolluğu yüzünde şöyle bir dolanıp mamut avlamaya karar vermiş olabilirler. Sonra da becerikli avcılar sırtlarında bir ton et, bol bol fildişi ve bir hikâye taşıyarak yorgun argın geri dönüyorlardı. Hayatı değiştiren şey et değildi burada. Hikâyeydi. Yabani yulaf tohumlarını ellerimin bütün gücüyle asılıp kabuğundan kopardım, (...) sonra pirelerin ısırdığı yerlerimi kaşıdım. Ool komik bir şey anlattı, derken dereye gidip bir su içtik, biraz da kertenkeleleri seyrettik, sonra oralarda biraz daha yulaf görmeyeyim mi... diye devam eden bir macerayı şöyle gerçekten sürükleyici bir hikâye haline getirmek hiç kolay değil. Mızrağımı o kıllı, devasa gövdeye sapladım; o sırada canavar Oob’u kocaman dişlerinden birine geçirmiş havada savuruyor, Oob avaz avaz haykırarak kıvranıyor, kanı kıpkızıl yağmur gibi üstümüze boşanıyordu, neyse ki şaşmaz okumla mamutu tam gözünden vurdum, beyni dağılınca hayvan devrildi, Boob da onun altında kalıp un ufak oldu... gibi bir anlatıyla karşılaştırılamaz, klasmana bile girmez. Bu ikinci hikâyede yalnız eylem değil, bir de kahraman var. Kahramanlar güçlüdür. Siz neye uğradığınızı anlamadan bir de bakarsınız ki yabani yulaf çayırındaki adamlar ve kadınlar, onların çocukları, yapıcıların el becerisi, düşünenlerin düşünceleri ve şarkıcıların şarkıları o örgüye eklenmiş, hepsi kahramanın öyküsünde göreve koşulmuş. Ama hikâye onların değil kahramanın hikâyesi."

Ursula K. Le Guin; Kadınlar, Rüyalar; Ejderhalar; s. 52-53; Metis Yayınları

Yavuz Fani

Jean Paul Sartre'dan Sözler

yollayan tutbenidüşmeden on Kasım 14, 2007

• İntihar kaçış değil, reddediştir…

• Ask; iki insanın bilinçlerini birleştirme çabasıdır. Boşuna bir çaba çünkü insan kendi bilincine mahkumdur…

• En büyük günah pişmanlıktır…

• Varlığında, varlığın var olmasının söz konusu olduğu bir varlık olarak var olan bir varlığım…

• Nesnelerin bir ters yüzü vardı, insan aklını kaçırdığı zaman bunu görürdü…

• Benim gibi yaşlı bir devrimciye böyle bir ödül vermek, kapitalizmin öç alma girişiminden başka bir şey değildir. ( Nobel Ödülünü reddederken )

• Birini sevmeye koyulmak başlı başına bir iş, bir girişimdir. Güç ister, yürek ister, körlük ister...Hatta başlangıçta öyle bir an vardır ki uçurumun üstünden sıçramak ister; düşünmeye kalkarsan aşamazsın onu...

• En bayağı bir olayın serüven haline girmesi için onu anlatmaya koyulmamız gerekir ve yeter. İnsanları aldatan da bu zaten. Kişioğlu hikâyecilikten kurtulamaz, kendi hikâyeleri ve başkalarının hikâyeleri arasında yaşar. Başına gelen her şeyi hikayeler içinden görür. Hayatını sanki anlatıyormuş gibi yaşamaya çalışır.

• Düşünce özgürlüğünden yoksun olmak düşündüğünü söyleyememek değil hiç düşünememiş olmaktır…

Baba beni okuldan al...

yollayan tutbenidüşmeden on Kasım 06, 2007

Baba beni okuldan al...

Babacığım,

Bu mektubu beni okuldan alman için yazıyorum. Çünkü çok korkuyorum.
Bize her gün içinde bol bol ölüm, kan, savaş geçen marşlar, şiirler okutuyorlar. Bir sürü arkadaşım üstlerine asker kıyafeti giyip eline silah alıyor. Her sabah okula gitmeye korkuyorum iyice. Niye olduğunu tam anlamadım, ama bize sürekli ölmemiz gerektiğinden, birilerini öldüreceğimizden bahsediyor.

Baba, her gün kanla yıkanan bayraklardan ve topraklardan bahsediyorlar. Bizi alıp bir yerlere götürüyorlar, orada sürekli tek sıra yürüyerek bağırmak zorunda olduğumuzdan söz ediyorlar.

“Şehit” ne baba? O abiler orada niçin ölüyorlar? Tamam, biliyorum, vatanı kurtarmak için, ama bakıyorum kitaplara çok çok eskiden de bir sürü askerler vatanı kurtarmak için ölmüş, bu vatan ne zaman kurtulacak baba?

Babacığım, biliyorum, beni geleceğim için, daha iyi bir insan olmam için okula gönderiyorsun. Ama okul bunun için doğru bir yer mi, anlayamıyorum. Çünkü derslerimizde bize hep savaşları, ölümleri, şu kadar askerle bilmem nerelere saldıran, ölen, öldüren atalarımızı anlatıyorlar. Sanırım başkalarının ataları da ölüp duruyormuş. Bir de bunun üstüne, şimdi intikam diye bağırıyoruz, “hepimiz askeriz” diyoruz, biz şimdi asker miyiz babacım? Biz de büyünce ölecek miyiz, öldürecek miyiz? Yoksa sen beni bunun için mi gönderiyorsun? Sen benim ölmemi mi istiyorsun baba?



Geçen gün arkadaşlarımı tabutlara soktular, onları öyle görünce çok korktum. Başka bir oğlan arkadaşım eline silah aldı, asker gibi dikildi. O günden sonra “Kürtleri öldürücem” diye dolaşıyor ortalıkta. Kürt ne baba, bir de niye öldürüyorlar onları?

Baba, bu kadar insan “Şehitler ölmez” diye bağırıyor. Şehitler ölmüyorsa, niye üzülüyorlar? Ölüyorsa, niye yalan söylüyorlar? Neyin intikamını alıyoruz? Hem niye biz alıyoruz, yoksa onlara sen mi dedin, oraya git diye, baba?

Babacığım, ben ders kitaplarındaki kandan korkuyordum zaten yeterince, şimdi her gün ölüm ölüm diye yürüyoruz, tören yapıyoruz. Çok korkuyorum. Ben çocuğum baba, cenazecilik işi mi yapmamız gerekiyor?

Baba, lütfen beni okula gönderme. Tamam, zorunlu olduğunu biliyorum, ama beni seviyorsan, gönderme. Şimdi sınıfta öğretmenimiz de, arkadaşlarım da Fatma’yı dışlıyorlar. Kürt oymuş. Vallahi Fatma o gün evdeydi, onun öldürdüğünü sanmıyorum askerleri. Ama yine de, onu “Kürt” diye dövmeye kalkışırlarsa, ne yapacağım? Fatma benim arkadaşım, ama onu korursam, bu sefer de bana saldırmazlar mı? Korkuyorum baba, beni biraz seviyorsan, beni okuldan al.

Kızın.

Yuzde52.Org

Ernesto Che Guvara

yollayan tutbenidüşmeden on Kasım 03, 2007

UNUTULMAYANLAR - Ernesto Che Guvara

Bugün antiemperyalist mücadelenin başarıya ulaşması için emperyalizme karşı dövüşen halkların ortak cephesini yaratmak, Che’nin bütün Latin Amerika’da direniş örgütleyerek yapmaya çalıştığı ancak yarım kalan vasiyetini tamamlamak olarak da algılanabilir. O nedenle devrimcilerin öncelikli hedefi ezilenlerin antiemperyalist birliğini sağlamaya çalışmaktır. Emperyalizme karşı direniş çağımızın tek devrimci yoludur. Che bu direnişin simgesidir. Ezilenler açısından tek çözümün birleşerek savaşmak olduğu ortaya çıkmıştır.




Hasta Siempre

Aprendimos a quererte
Desde la historica altura
Donde el sol de tu bravura
Le puso cerco a la muerte

Estribillo:
Aqui se queda la clara
La entraniable transparencia
De tu querida presencia
Comandante Che Guevara

Tu mano glorioso y fuerte
Sobre la historia dispara
Cuando todo Santa Clara
Se despierta para verte

Estribillo

Vienes quemando la brisa
Con soles de primavera
Para plantar la bandera
Con la luz de tu sonrisa

Estribillo

Tu amor revolucionario
Te conduce a nueva empresa
Donde esperan la firmeza
De tu brazo libertario

Estribillo

Seguiremos adelante
Como junto a ti segimos
Y con Fidel te decimos
Hasta Siempre, Comandante

(Carlos Puebla-1965)


Sonsuza Dek

O tarihi günlerden bu yana
Yer etti içimize senin sevgin
Parladığı yerde yiğitlik güneşin
Ölüm bir çelenk kondurdu başına

Nakarat:
O aydınlık durur hala
Yürekleri saran ışıltısıyla
Bağlıdır senin sevgili varlığına
Kumandan Che Guevara

Vuruyorsun tarihin içinden
Şanlı ve güçlü yumruğunla
Bütün Santa Clara düşüp yollara
Seni görmek isterken

Nakarat

Gelirsin bahar güneşiyle
Tutuşturduğun meltemle
Gelirsin bayrağımızı dikmeye
Ve bir ışık gülüşünde

Nakarat

Devrim aşkıyla yanan yüreğin
Götürür yeni bir hedefe seni
Orda bekler hep birileri
Kurtarsın diye güçlü ellerin

Nakarat

Yolundayız hiç durmadan
Birleşmiş seni izliyoruz
Fidel'le birlikte bak söylüyoruz:
Sonsuza dek ey Kumandan!

(Türkçesi: Adnan Özer)

Che’nin yaşamından kesitler

14.7.1928: Che Guevara, Rosario de la Fe’de dünyaya gelir.

1930 Mayıs: Che ilk astım nöbetini geçirir. Nöbet, Ernesto’nun henüz 15 günlükken yakalanmış olduğu zatürrenin kalıntısı olan bir akciğer zafiyetinin belirtisidir.

1935: Eğitim Bakanı, ailesine yazdığı bir yazıyla, yedi yaşına gelmiş olan Ernesto’nun neden okula gitmediğini soruşturur. Ernesto astımı yüzünden okula gidememiştir. Birinci yılda kendisini annesi eğitir. İkinci ve üçüncü sınıflara, düzenli olarak gidebilen Ernesto’ya altıncı sınıfa dek yine kardeşleri ve annesi ders verir. Son öğretim yılında Cordoba’daki Colegio Nacional Dean Funes’e gider, yakasını bir türlü bırakmayan hastalıkla mücadele etmek için futbol ve rugbi oynar.

1937: Babası Altagracia’da, İspanyol Cumhuriyeti’ni desteklemek üzere bir komite kurar.

1943: Gençliği Peronculuğun ateşli günlerine rastlar. Cordoba’da öğrenciler greve giderler. Okul arkadaşının kardeşi, bir gösteri sırasında tutuklanıp Cordoba Emniyet Müdürlüğü’ne götürülür. Ernesto, ağabeyini ziyaret eden arkadaşına eşlik eder.

1945 Mart: Ernesto tıp öğrenimine başlar.

11.4.1953: Nöroloji konusunda verdiği son sınavın ardından alerjiler üzerine yaptığı bir çalışmayla Buenos Aires Tıp Fakültesi’nden doktor ünvanını elde eder.

1953 Temmuz: Bir arkadaşıyla birlikte Latin Amerika yolculuğuna çıkar. Yolculuğunun ilk durağı olan Bolivya’da bir halk ayaklanması reformcu Paz Estenssoro’yu iktidara getirmiştir. Guevara durumu şu sözlerle değerlendirir: “Yerlilere bite karşı DDT verecekler; ama bu, bitin nedenine ilişkin daha özsel sorunu çözmeyecek”

1953 Aralık: Ernesto Guatemala’ya vardığında yanında, Arbenz hükümetinin üyelerinden Juan Angel Nunez’e hitaben yazılmış bir tavsiye mektubu vardır. Bu ilişki sayesinde, bu ülkede, sürgün olarak yaşayan Perulu Hilda Gaedea ile tanışır ve birkaç ay sonra evlenir. Hilda’nın aracılığıyla, Moncada Kışlası saldırısının ardından Guatemala’ya gelmiş olan Kübalı sığınmacılarla bağ kurar.

28.12.1953: “Siete” dergisinin 45. sayısında bazı bilimsel makaleleri yayımlanır.

1954 Şubat: Guatemala Komünist Partisi’ne girer; sendika hekimi olarak çalışır.

20.6.1954: Annesine yazdığı coşku dolu bir mektupta, United Fruit’in savaş açmış olduğu, Albay Arbenz’in demokratik cumhuriyetini bekleyen tehlikelerden söz eder. Paralı askerler, Honduras’dan ülkeye girerler; başkent bombalanır.

4.7.1954: Castillo Armas’ın askeri darbesi, Guatemala’daki durumu tersine çevirmiştir. Kübalı ve Guatemalalı dostlarının, kendisinin de kalmakta olduğu Arjantin Büyükelçiliği’ne sığınmalarına yardımcı olur. Dostları güvenliğe kavuşunca, trenle Meksika’ya gitmeyi planlamaktadır.

1954 Eylül sonu: Meksika’nın başkenti Mexico’dadır.

1955 Mayıs: Bir hastanenin kardiyoloji ve alerji bölümünde çalışmaktadır. 26 Temmuz Hareketi’nden Kübalı sığınmacılarla yeniden ilişki kurar. Raul Castro, birkaç hafta sonra da Fidel Castro Meksika’ya gelir.

1955 Temmuz/Ağustos: Maria Antonia Gonzales de Paloma’nın evinde Che Guevara Fidel Castro ile tanıştırılır. Bütün geceyi, tartışarak geçirirler; sabahleyin Fidel Castro, kendisini Küba’nın kurtuluşu seferine hekim olarak katılmaya ikna eder.

20.7.1955: Annesine yazdığı bir mektupta 16 Haziran tarihli Peron karşıtı darbeden sonra Arjantin’deki durumu tahlil eder. Guevara, Peronculuğun uluslararası tutumunu, nesnel olarak ABD karşıtı biçiminde değerlendirir.

24.9.1955: Annesine yazdığı ve Peron’un devrilişinin Latin Amerika üzerindeki etkilerinden söz ettiği bir mektupta, Hilda Gadea ile evlendiğini ve bir çocuk beklediklerini de haber verir.

1956 Ocak: Annesine, çocuğun Şubat’ın son haftasında dünyaya geleceğini, Mart’tan sonra da hayatı konusunda karar vereceğini yazar.

1956 Şubat: Mexico yakınlarındaki Los Gamitos poligonunda atış talimlerine başlar.

1956 İlkbaharı: Atış talimleri Chalco kentinin yakınındaki Santa Rosa Çiftliği’nde sürer. Yönetici İspanyol Cumhuriyeti ordusunun eski generallerinden Alberto Bayo’dur.

1956 Mart: Annesine yazdığı mektupta kızı Hildita’nın doğumunu haber verir.

20.6.1956: Fidel Castro ve daha bir dizi Kübalı devrimciyle birlikte tutuklanır.

10.7.1956: Ailesinin hapishaneden aldığı bir mektupta Ernesto, hekimliği bırakıp Kübalı devrimcilere katıldığını açıklar.

31.7.1956: Bir hafta önce salıverilen Fidel Castro’dan sonra Guevara da serbest bırakılır.

24.11.1956: “Granma”ya binmeden az önce annesine yazar.

24/25.11.1956: Gecenin ikisinde, ışıkları söndürülmüş “Granma”, Tuxpan’dan denize açılır. Hava son derece kötüdür; gemide tam 82 insan, silahlar ve erzak bulunmaktadır. Bu 82 kişiden 20’si, Moncada Kışlası baskınına katılmıştır; dördü Kübalı değildir; Arjantinli hekim Che Guevara, İtalyan Gino Dore, Meksikalı Guillen ve Dominikli pilot Ramon Meyas.

2.12.1956: Gün doğarken gemi Los Colorados kumsalında karaya oturur. Gemidekiler, kendilerini kıyıya atıp sık bitki örtüsü içinde, kendilerine makinalı tüfeklerle ateş açan savaş uçaklarından korunmaya çalışırlar. “Granma”nın varışı gözlenmiştir. Che, sonraları bu sahneyi: “Karaya çıkmadık, karaya oturduk” diye betimleyecektir.

5.12.1956: Yola çıktıktan on gün sonra bir gece yürüyüşünün ardından şafak vakti Algeria del Pio’ya ulaşırlar. Burada sabah saat 4.00’te saldırıya uğrayarak, ağır kayıplar verirler. Che de yaralanır.

17.1.1957: Sabah saat 2.40’ta Fidel Castro’nun yönetimindeki 22 kişi, La Plata’daki deniz kuvvetleri kışlasına saldırır. Bu ilk zaferleridir.

1957 Haziran: Ernesto Guevara’nın komutasındaki “Cuarta Columna” (Dördüncü Kol), El Hombrito dolayındaki Sierra Maestra Centrale’de savaşmaktadır.

10.9.1957: Pino del Agua’daki savaşı kazanırlar.

6.12.1957: Alto de Conrado çevresindeki savaşta topuğundan yaralanır.

24.2.1958: Sierra’da “Radio Rebelde” vericisi, Guevara’nın yönetimi altında yayımlarına başlar. Bu girişim, bir yıl önce kurulan ve yöneticiliğini yine Che’nin yaptığı aylık “El Cubano Libre” dergisinin yayımlanışını izlemektedir.

1958 Ağustos: Castro genel karargahını Le Plata’da kurar. Guevara, 8. “Ciro Redondo” Kolunun komutanlığına getirilir; kendisine verilen stratejik görev, adayı ortasından ikiye bölmektir. 148 erkek ve kadından oluşan 8. Kolun elinde 6 makinalı tüfek, çok sayıda tüfek, bir de bazuka bulunmaktadır.

16.12.1958: Rio Falcon üzerindeki köprüyü havaya uçuran Che, böylece Las Villas ilinin merkezi Santa Clara’ya ana yolu keserek ili tecrit eder. Che’nin Kolu değişik yerlerde Batista birliklerine saldırır; o arada Fomento’da 100 tüfeği ganimet olarak ele geçirir.

21.12.1958: Cabaiguan ve Guayos kentlerine eş zamanlı ve başarılı saldırılar.

30.12.1958: Comandante Che Guevara, Santa Clara’da Batista’ya karşı verilen meydan savaşını kazanarak diktatörü kaçmaya zorlar. Çatışmalar sırasında Ernesto sol kolundan yara alır.

2.1.1959: Che ile Cienfuegos La Habana’ya girerken Fidel, Santiago de Cuba’ya ulaşır.

2.6.1959: Yeni Devlet Konseyi Che’yi Küba yurttaşlığına kabul eder.

2.6.1959: Escambray dağlarındaki bütün savaşlarda yanında yer almış olan Aleida March ile evlenir. Ondan üç çocuğu olur.

13.6.1959: Küba elçisi olarak, Afrika ve Asya’nın çeşitli ülkeleriyle iktisadi ilişkiler kurmak üzere çıktığı gezide Mısır, Japonya, Seylan, Pakistan, Sudan, Fas ve Yugoslavya’ya uğrar.

1959 Ekim: Yurda dönüşünde Tarımın Sanayileştirilmesi Dairesi’nin (INRA) müdürlüğüne atanır.

1959 Kasım: Merkez Bankası Başkanlığı’na getirilir.

23.2.1961: Sanayi Bakanlığı’na atanır. O günlerde şöyle yazar: “Komünizm yeni bir insanın yaratılmasına yol açmazsa en ufak bir anlamı olmaz.”

1961 Ağustos: Paraguay’ın Punta del Este kentinde düzenlenen birinci Amerikalararası Ekonomik ve Sosyal Konferansı’nda (CIES) Küba heyetinin başında yer alır. Konuşmasında paralı askerlerin Nisan ayında Domuzlar Körfezi’ne yapmış oldukları çıkarmayla alay eder. Esirlere karşılık traktör ister ve kıta devrimi fikrini geliştirir.

9.12.1964: New York’ta Birleşmiş Milletler genel kurulunda konuşur. “Gerekli gördüğüm anda bu Latin Amerika ülkelerinin birisinin özgürlüğü için, karşılığında kimseden hiçbir şey talep etmeden tereddütsüzce hayatımı veririm...”

24.12.1965: Cezayir’de Afrika-Asya Dayanışma Örgütü’nün İkinci İktisat seminerine katılır. Konuşmasında, iktisadi anlaşmaları kötüye kullanmakla suçladığı SSCB’yi eleştirir.

1965 Mart: Kamu hayatından çekilir; askeri danışman olarak Afrika’ya gider.

3.10.1965: Fidel Castro Che’nin veda mektubunu kamuoyuna açıklar: “...Bu dünyanın başka ülkelerinin benim sınırlı gücümün desteğine ihtiyaçları var. Küba’daki hükümet sorumluluğunun sana yaptırmadığı işi ben yapabilirim.”

3.11.1966: Guevara, Adolfo Mena Gonzales sahte adıyla Bolivya’ya gider. Kavga adı Ramon’dur.

6.11.1966: Bolivya’da Nancahuazu’daki gerilla üssüne ulaşır.

23.3.1967: Bolivya birlikleriyle ilk silahlı çatışma.

17.4.1967: La Habana’da düzenlenen Tricontinentale toplantısında Osnamy Cienfuegos Che’nin veda mesajını okur.

29.9.1967: Amerikan haber ajansı AP, askeri kaynaklara dayanarak Bolivya ordusunun 1500 kişiyle Che’nin peşine düştüğünü bildirir.

8.10.1967: Che’nin grubu, yüzlerce asker tarafından El Yuro vadisinde kuşatılır. Bacaklarından yaralanan Che tutsak alınır. Higueras’taki okul binasına götürülüp sorgulanır. Sorulara cevap vermez. Yaraları tedavi edilmez.

9.10.1967: Che saat 13.10’da makinalı tüfek ateşiyle kurşuna dizilir. Fail Astsubay Mario Teran’dır ve Bolivya Devlet Başkanı Rene Barientos’un doğrudan emriyle hareket etmiştir. Comandante Ernesto Che Guevara’nın cesedi, bir av ganimetiymişçesine teşhir edilir. Bolivyalı bir subay, kalbinden aldığı öldürücü makinalı tüfek yarasını gösterir. Che, korkutucu propaganda etkisi yaratmak amacıyla, bütün geleneklere aykırı olarak, gözleri kapatılmadan gömülür.

18.10.1967: Fidel Castro, Küba televizyonundan Che Guevara’nın ölümünü yeniden açıklar.


Che’nin çocuklarına veda mektubu

Sevgili Hildacık, Aleidacık, Camilo, Celia ve Ernesto

Eğer bu mektubu okumanız gerekirse bu, sizlerin arasında olmadığımdan olacaktır. Beni zar zor hatırlayacaksınız, en küçükleriniz ise hiç hatırlamayacaktır. Babanız düşündüğü gibi hareket eden bir adamdı ve kesinlikle inançlarına bağlıydı.

İyi bir devrimci olarak yetişin. Doğaya egemen olmayı olanak kılan tekniğe egemen olmak için çok çalışın. Devrimin önemli olduğunu ve bizlerin yalnız başımıza hiçbir değerimizin olmadığı hatırda tutun. Herşeyden önce de dünyanın herhangi bir yerinde hehangi bir kişiye karşı yapılan herhangi bir haksızlığı daima yüreğinizin en derin yerinde hissedebilin. Bu, bir devrimcinin en güzel niteliğidir. Sizi ufaklıklar, hep görmeyi umuyor ve kocaman kucaklıyorum.

Babanız



Che’nin Fidel’e veda mektubu

Fidel,

Dünyanın başka ülkeleri benim mütevazi çabalarımın yardımını istiyor. Ben senin Küba’ya olan sorumluluğunun sana imkan vermediği şeyi yapabilirim. Ayrılmamızın zamanı geldi.

Bunu acı ve sevincin karışımıyla yaptığım bilinsin; burada benim kurucu umutlarımın en safını ve sevdiklerim arasında en sevgili olanı bırakıyorum ve beni evladı gibi kabul eden bir halkı bırakıyorum. Bu, benim ruhumdan bir parça koparmaktır. Yeni savaş alanlarında bana vermiş olduğun inancı, halkımın devrimci ruhunu, görevlerin en kutsalı olan nerde olursa olsun emperyalizme karşı mücadele etme görevini yerine getirme duygusunu taşıyacağım.

Başka gökler altında son saatim geldiğinde benim son düşüncem bu halk ve özellikle sen olacaksın. Öğrettiklerin için ve eylemlerimin en son sonuçlarına dek sadık olmaya çalışacağım, örneğin için sana teşekkür ettiğimi, Devrimimizin dış politikası ile her zaman özdeşleştiğimi ve buna devam edeceğimi, sonumun geldiği herhangi bir yerde Kübalı devrimci olmanın sorumluluğunu duyacağımı ve öyle davranacağımı, çocuklarıma ve karıma maddi hiçbir şey bırakmadığımı ve bundan üzüntü duymadığımı, aksine sevindiğimi, onlar için hiçbir şey istemediğimi çünkü devletin onlara yaşama ve eğitim görmeleri için gereken her şeyi vereceğini biliyorum.

Her zaman zafere kadar!

Ya vatan ya ölüm!



Che’nin Ailesine Veda Mektubu

Sevgili Canlar,

Bir kez daha bacaklarımın arasında Rocinante’nin kemikleri fırlamış sağrılarını hissetmeye başladım. Yine elde kalkan, yollara düşüyorum.

Yaklaşık on yıl kadar önce, size yine böyle bir veda mektubu yazmıştım. Hatırladığımca, daha iyi bir asker, daha iyi bir doktor olamamaktan yakınmıştım. Artık doktorlukla ilgilenmiyorum, ama öyle kötü bir asker değilim artık.

Çok daha bilinçli olmanın dışında, hiçbir şey değişmedi özünde; Marksizm anlayışım derinleşti ve netleşti. Özgürlük adına savaşanlar için tek çözüm yolunun silahlı mücadele olduğuna inanıyorum ve bu inanca uygun olarak davranıyorum.

Çokları bana maceracı diyecek, evet öyleyim -ama farklı bir türden- inançlarını doğrulamak için postunu tehlikeye atan türden...

Belki de bu benim son mektubum olacak.

Ölmeye niyetim yok ama, mantıklı ihtimaller arasında bu da var.

Öyle olursa, son kez kucaklarım sizleri.

Sizleri çok sevdim, yalnız bu sevgiyi nasıl ifade edeceğimi bilemedim; aşırı bir katılıkla kendi yöntemlerime bağlı kaldım, ve bazı kereler beni anlayamadığınızı sanıyorum. Beni anlamak kolay değildi, ama salt bugünlük olsun bana inanın.

Bir sanatçının dikkatiyle eksiklerini giderdiğim iradem taşıyacak artık sallanan bacaklarımı ve tükenmiş ciğerlerimi. Bunu yapacağım.

Arada bir düşünün yirminci yüzyılın şu fedaisini. Celia’yı, Roberto’yu, Juan Martin’i, Pototin’i, Beatriz’i, herkesi öperim.

Ve isyankâr, başıboş oğlunuz sizleri kucaklar.

Ernesto



Che Guevara'nın
Çeşitli Görüntü Kayıtları

Birleşmiş Milletler Konuşması
(0:16, ~4 MB)

Bolivya Görüntüleri
(0:06, ~3 MB)

Fabrikada Çalışırken
(0:28, ~0.8 MB)

Che Guevara'nın Cesedi
(0:14, ~2 MB)

Çocukluk Görüntüleri
(0:18, ~1 MB)

Domuzlar Körfezi Hakkında Konuşma
(0:32, ~7 MB)

Domuzlar Körfezi Hakkında Konuşma (2)
(0:17, ~0.5 MB)

Emperyalizm Hakkında
(1:20, ~2 MB)

Fidel Castro Hakkında
(0:22, ~0.6 MB)

Havan Kullanırken
(0:05, ~1.6 MB)

Devrimin İlk Günü Havana'ya Giriş Görüntüleri
(0:53, ~1.5 MB)

Lumumba Hakkında
(0:12, ~3 MB)

Che'nin Gizli Mezarı Bulunuyor
(0:10, ~2.5 MB)

Bir Miting Konuşması
(0:31, ~4 MB)

Satranç Oynarken
(0:05, ~1.5 MB)

Şeker Kamışı Tarlasında Çalışırken
(0:18, ~4 MB)

Şiir Okurken
(1:00, ~1.6 MB)

Tüm Dosyalar:
(26.7 MB, 17 dosya)



CHE'NİN ŞİİRLERİ

Fidel’e Şarkı

Haydi gidelim,
ateşli peygamberi şafağın
rüzgara bakan gizli patikalardan
o âşık olduğun yeşil vatanı kurtarmaya.

Haydi gidelim,
savaşmaya bütün hatalarla
alnımızda isyan yıldızlarıyla
zafere ya da ölüme ant içerek.

İlk silah duyulduğunda ve toprak uyandığında
uykudan sıçrayan bir kız gibi
orada yanınızda olacağız, sessiz savaşçılar
orada olacağız.

Saçıldığında sesin dört bir yana
toprak reformu, adalet, ekmek ve özgürlük
orada olacağız haykırmak için senin sözlerini
orada olacağız.

Yaraladığı gün, bizim kurtuluş emelimiz
vahşi canavarı kendi yuvasında
orada olacağız gururlu yüreklerimizle
orada olacağız.

Sanma ki bizi korkudan titretebilirler,
hediye ve süslerle kuşanarak.
istediğimiz bir tüfek, mermiler ve bir fişek
başka bir şey değil.

Ve eğer engellerse bizi silahları,
gözyaşlarını istediğimiz gibi yalnızca Kübalıların
Tarihin akıntısıyla sürüklenen gerillalar için örtüler isteriz
Başka bir şey değil


Tomas’la Vedalaşma

Sanadır, abluka altında arkadaşım.

Işıklı sularına ak dağların
batık bir gemi düşünün seni bağlı tuttuğu yere
yol alır ayrılık şarkım.

Gözlerimi açtım bugün
Kanatlanma isteği ile yelkenlerimde
haberleşme mumları tutuyorum
aldırışsız pusulanın gösterdiği
zaman limanına yol alırken gemi.

Rüzgâra bırakıyorum dilimi
sözcüklerini sıkı tutmak,
yeni acılarını azaltmak için
yaşadığın şaşkınlıkları bölüşmeye.

Yastığını yeşerten
bahar da yitip gitti.
Gidişimi söylemiyorum
gitmeyen gemin için diyorum.

Anlıyorum seni Kanadı kırık kırlangıç,
Kastilya çeşmesine
götürmek isterdim
direnebileceğin güçle giydirmek.

Sorunları çözmeye çabalayan bir doktor olsam bile
onları değiştiremiyor, ancak anlayabiliyorum.
Ama gizemli bir çözümüm var.
Bolivya’da bir madende,
Şili’de, Peru ve Meksika’da
veya yıkılmış Sonora İmparatorluğu’nda,
Afrika Brezilya’sının siyahi bir limanında veya
her yerde bir kelime
öğrendiğimi sanıyorum belki de.

Buna çok kolay çare,
ilgilenme çevresiyle saldır tepeye.
Genç ellerlinle tut yaşlı kayayı
günden güne ufak dalgalar şeklinde
Yasla nabzını kıpırdanan kızıl mercana.

Bir gün, hatıram ufuğun ötesinde
bir yelkenli olsam da
ve anıların hafızamda demirleyen
bir gemi olsa da.

Neşeyle geleceğe yol alan
ufuktaki kızıl yoldaşlara baktığımda
heyecanla haykırmaya başlayacak kuşluk vakti.
O dehşetengiz ve beyaz serinkanlı kötüler
Şaşkın bir gece gibi arkası ardın dönecekler.

İşte o an, dört duvarın arasında
yorgun şair,
şarkıcısı olacaksın kainatın
ve sen kara bahtlı, ince ruhlu, dertli şair
güçlü şairi olacaksın halkın.


Veda Şarkısı

1.
Veda şarkımı bırakıyorum sana
kayalıklarda kalmış yelkenli

2.
Kayalar dünyasında değişken köklerimin altında
tohumlanan ölüm kanımda uzaklarda…
Issızlık, duvarlarda açan özlem çiçeği
ıssızlık, yeryüzünde kendimi vermiş faniliğim

3.
Heybemde yüreğinin tadını
omuzlamak istemiştim,
havada çizilmiş kesin eğrilerde kaldı,
yalanlar gibi yiğitliğini umudumun.

Bir gezgin yalnızlığıyla gidiyorum
uzun yollar gibi anılarından.
Havadaki kesin eğrilerle bana döndü
kaderine bir işaret koyan pusula.

Bütün işlerim bittiğinde,
bakışlarında canlanmaya gelirim.
Geleceğimi kaderine yol yaparak
gülümseyen bir parça olmak için.

Birbirine eklenen zincir halkalarına benzer
anılarından elvedalarla gidişim
uzun yollar gibi zamanın akışında.

4.
Dimdik düşmüşken yola,
yorulmuş bir anı gibi geçmişi olmadan izlemekten beni,
ve unutulmuş yol köşesinde bir ağaçta.

İçimde o gezginin acısıyla devam edeceğim yola
yol kenarındaki taşlarda parçalanıp ölünceye dek
gülümseyerek gideceğim anılarından uzaklara.

Matadorun pelerinindeki büyülü güç
bana dönüp bakmaktaydı.
alıkoydu beni çıkarlarım için kaygı duymaktan
ve çizgim kaybettikçe, eğri halini aldı.

Beni isteksizce davet etmeni
görmemek için bakamıyordum sana
mutluluğumun pembeye boyalı matadoru.

alacakaranlıkta bir çana benzer
dümdüz yayılan çayırım (kıtam)
tatlı ve silinmez
sevecen elleriyle deniz seslenirken bana

5.
Kara bir mikroskopu gösteren bilim,
bir sicil memuresi karşısındaki kuruntulu bir doktoru andırır
Sanat… diye ortaya çıkan her şey
bir Leica’nın verimsiz mekaniğidir.
Acılar ve kaygılarla içinde bir yerli (ve tabii özlemle
yitenin dönüşüne arzu duyan gönlünde),
coca, alkol ve açlığın ahmakça gülümsemesi.

Ü ç kuruşa satılan cinsellik
-Amerika’da kelepir-
boş çarşaflarda önemsenmez bir anı
bıraktın beni Guetamala
bağrımda derin bir yarayla
ve kahreden bir hıçkırığın gizemli duygusudur
emmek ya da emzirmek için acılarını
bir kadını bulmak
uyanan insanların çığlığıdır
kederleri tek tek birleştiren o bağ.

6.
İşte bugün titreyen ellerimle
prizmamı meçhul bir kayıta koyuyorum .

Ağacın olgunluğuna zarar vermeden
toplanmış meyvenin garip tadıyla.
Çağırışını anlayamıyorum bazen
yaşlı, tuhaf kanatlanmış kulemden,
amma günler var kimi cinselliğin uyandığını duyuyor
bir öpücük kadar dinlenmeye gidiyorum kadınıma
böylece beni dost diye çağırmayanın
hiçbir zaman ruhunu öpemeyeceğimi anlıyorum.

Biliyorum ki ak pak değerlerin kokusudur
beynimi verimli kanatlarla dolduracak

Hayata geçmesi imkansız
fikirler taşımak gibi zevkleri bırakmalıyım, biliyorum.

Biliyorum ki ölesiye savaşacağımız gün
halk çocukları omuz verecek bana
halkın uğruna savaştığı amacın zaferini
eğer göremezsem
bu fikri en uzak geleceğe taşımak için
verdiğim mücadeledendir
eski kabuğun tüylerini yolarken
doğan umut kadar kesin biliyorum bunları.


Öleceksin Yaşlı Maria

Öleceksin yaşlı Maria
doğruları söylemem lazım sana,
acılarla dizili bir tespih gibi hayatın
bir seveni, sağlığı yada parası olmayan
yalnız açlık olan paylaşılacak
beklentilerini konuşacaktım seninle
üç ayrı beklentini
kızının durumunu bile bilmeden.

Bir çocuğunkine benzeyen erkek ellerini
avuçlarına koy, sarı sabunla cilalanmış olan avuçlarına
uysal doktor ellerimin sıkılganlığında ov
saf parmaklarının sert nasırlarını.

Proleter büyükanneni dinlerken,
inan gelen adama,
hiçbir zaman göremeyeceğin geleceğe
ya da ömrün boyunca
boş yere dua ettiğin amansız tanrıya
ölümden talep etme merhametli olmasını
karanlık iltifatların boylanması için
gökler sağır ve karanlıklar sunar sana

her fırsatı sunacağım sana
alacağın Kızıl intikam için
sahiplendiğimiz ideallerin sonsuz doğruluğu
torunlarınca yaşanacak
huzurla öl yaşlı savaşçı.

Öleceksin yaşlı Maria
sana yapılan otuz kefen tasarımı
gülümseyecek seni yolcu ederken
gideceğin zaman uzaklara.

Öleceksin yaşlı Maria
suskun kalacak odanın duvarları
astımla kolkola gelince gelince ölüm
ve boğazına dizilince sevdaları.

Bronzdan yapılan şu üç şefkat
(tek kaynak geceni aydınlatan)
açlığa bürünmüş üç torun
yığılı parmaklarının arasında
her zaman sıcak bir gülümseme buldukları yerde
hepsi bu kadar yaşlı Maria.

Doğruları söylemem lazım sana,
acılarla dizili bir tespih gibi hayatın
bir seveni, sıhhati yada parası olmayan
yalnız açlık olan paylaşılacak
mutsuzdu hayatın yaşlı Maria.

Daimi istirahatın fermanını gelip
buladığında göz bebeklerini acıyla
sonsuz kölelikteki ellerin
son saf okşayışı kavradığı vakit
onları düşünüp… ağlayacaksın.

Yaşlı zavallı Maria
-hayır sakın yapma!
ömrün boyunca o uyuşuk tanrıya yalvarma
bağlama umutlarını ona
ya da ölürken merhamet dileme
hayatın vahşi bir açlıkğa bünümüştü
sonunda astımla örtündü.

Ama sana haykırmak isterim
alçak fakat cesur sesiyle umutlarımın
kızıl ve kudretli olanıyla intikamların
ideallerimin doğruluğuyla
yemin ederim sana.

Bir çocuğunkine benzeyen erkek ellerini
avuçlarına koy, sarı sabunla cilalanmış olan avuçlarına
uysal doktor ellerimin sıkılganlığında ov
saf parmaklarının sert nasırlarını.

Huzur içinde yat yaşlı Maria
huzur içinde yat yaşlı savaşçı
torunların yaşayacak safağı
YEMİN EDERİM Kİ…