Sonbahar: Bu Ülkenin Kendi Evlatlarına Hoyratlığı

yollayan tutbenidüşmeden on Aralık 24, 2008

Sonbahar: Bu Ülkenin Kendi Evlatlarına Hoyratlığı

Sadece 9 yıl önce yaşanan ama nedense hiç olmamış gibi davranılan, hayatı ellerinden alınan yüzlerce insan ve aileleri dışında anımsanmayan cezaevleri operasyonlarını zarifçe, dedim ya provoke etmeden anımsatan müthiş bir hafıza oyunu Sonbahar.

BİA Haber Merkezi - İstanbul

24 Aralık 2008, Çarşamba

1996’da Eskişehir’de öğrencilik hayatıma başlarken, bir isim duydum. Hicabi Küçük. Çömez bir öğrenci olarak kente gitmiştim, siyasetle alaka kurmaya çalışıyordum. Hicabi öyle girdi hayatıma. Hicabi’yi hiç görmedim. Benim okula başladığım eylülün yazında ölmüştü, ölüm orucunda… Hiç tanımadığım ama dostlarımın okul hayatında acı bir tat bırakmış bir kıymetli hatıraydı Hicabi…

Aradan yıllar geçti. Dünyanın çok uzak bir köşesinde, buralı, Anadolulu, çok güzel gülen bir kadınla tanıştım. 50 yaşlarına yaklaşmıştı, minyon, kocasına çok aşık, keyifli, müthiş bir kadındı. Bir tesadüfle tanıştık. Hem onunla, hem de kocasıyla. Başka bir yerde yaşamak zorunda kalan, hayatın keyfine ancak ellilerine yaklaşmışken varabilmeye başlamış bir devrimci kadın. Konuştukça, 1999’da ölüm orucu yapanlardan biri olduğunu öğrendim. O minicik kadın uzunca bir zaman çok daha minik kalmıştı ama belli ki yüzünden o hayatın bütün ağırlığını da taşıyan gülümsemesi hiç eksilmemişti. O kadın, hayatımın kıymetli parçalarından biri oldu. 1999’da, şimdilerde utanarak itiraf etsem de, bir izleyici olarak seyrettiğim cezaevi operasyonlarının tanıklarından ve mağdurlarından biriydi. Ondan aldığım her iyi haber bana son üç yıldır hep çok ama çok iyi geliyor. İyi ve mutlu olduklarını bilmek, yılda bir kere, iki kere karşılaşabilmek bile yüzümü çok ama çok güldürüyor…

Geçtiğimiz hafta Emek Sineması’nda Sonbahar’ı izlerken aklımda hiç tanıyamadığım Hicabi ve tanımaktan çok mutlu olduğum o müthiş gülen kadın vardı. Bu ülkenin kendi evlatlarına neler yaptığına, o akıl almaz hoyratlığa dertlenirken o güzel kadının o gülümsemesi için mutlu oldum, hiç tanışamadığım Hicabi içinse yeniden çok üzüldüm…

Bir müthiş hafıza oyunu

Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı filmi Sonbahar. Bir ilk film için çıtayı yükselten, metaforları çok yerinde kullanan, anlattığı hikâyeye inanan, çok dürüst bir film. Müthiş ustalıklı bir görüntü yönetimi, insana bir yere sıkışmışlığı sakince anlatan, evden dışarıyı gösteren çerçeveler, iyi bir oyuncu yönetimi… Hikâyedeki mekân azlığından doğru görsel imkânları kısıtlı bir filmi, Karadeniz’in müthiş yeşili ve puslu havasıyla çok imkanlı bir hale getirebilmiş Özcan Alper. Özcan Alper bir ilk film için hem çok cesur hem de çok becerikli.

Ağır bir film “Sonbahar”, sert bir film. Bir şeyleri bir anda hissettiren, bunun için hiç demagojiye, ajitasyona kaçmayan ama yine de çok sert, çok ağır bir film.

10 yıl kaldığı cezaevinden sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen Yusuf’un annesinin yanına, Doğu Karadeniz’e ölmeye yatmaya gitmesinin hikâyesi Sonbahar. Fona dağılan Sovyetler Birliği’ni alan, Karadeniz’in eski sakinleri Ermenileri anan, Hemşince diye bir dilin varlığını anımsatan/ anlatan/ kanıtlayan, dağılan Sovyetler Birliğinin yarattığı korkunç kadın trafiğine ve seks işçiliğine dokunan ama en çok bu toprakların kayıp kuşaklarına selam duran bir film Sonbahar. O kayıp kuşakları tanıyamayan bizler için, genelinde müthiş bir balık hafızası örneği veren Türkiye toplumu için iyi bir hatırlatma. Bundan sadece 9 yıl önce yaşanan ama nedense hiç olmamış gibi davranılan, hayatı ellerinden alınan yüzlerce insan ve aileleri dışında anımsanmayan cezaevleri operasyonlarını zarifçe, dedim ya provoke etmeden anımsatan müthiş bir hafıza oyunu Sonbahar.

Hicabi ve çok güzel gülen bir kadın…

Bize anımsatıyor. Cezaevi operasyonlarında ve ölüm oruçlarında hayatını kaybeden, sakat kalan, hayatını artık eskisi gibi geçiremeyecek olan onlarca, yüzlerce kadının ve erkeğin sadece istatistik değil, birer insan olduklarını, hayatları, aileleri ve devamları olduğunu anımsatıyor.

Dedim ya bana Hicabi’yi ve o çok güzel gülen mutlu kadını anımsattı. İlle de birini tanımanız gerekmiyor, filmi izlediğinizde göreceksiniz ki o insanlar, kadınlar ve erkekler, sadece gazetelerde isimlerini gördüğünüz istatistikler değil, hepsi bir hikâye taşıyor heybesinde… 10 yıl geçse bile buralarda birileri o hikâyeleri ve o gidenleri unutmayacak, sanırım önemli olan o unutmayacak olan insanlarla bir uzaktan tanıdıklık geliştirebilmek… Gerisi lafı güzaf zaten…

Bu yıl genelde Türkiye sineması için, özelde politik sinema için bereketli bir yıl oldu. Özcan Alper bu bereketi taşıyanlardan biri, eline, emeğine, gözüne sağlık!

Gidersen Yıkılır Bu Kent

yollayan tutbenidüşmeden on Aralık 07, 2008

Gidersen Yıkılır Bu Kent

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Bir de seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

Ahmet Telli

SİZ AŞK NEDİR BİLMEZSİNİZ

yollayan tutbenidüşmeden on Aralık 06, 2008

şiihttp://www.yenra.com/quotations/charles-bukowski.jpg


SİZ AŞK NEDİR BİLMEZSİNİZ

Siz aşk nedir bilmezsiniz dedi Bukowski
Ben elli bir yaşındayım bir bakın bana
Genç bir güzele aşığım
Kötü saplandım bu işe ama O'nun da hali kötü
Fakat olacaksa böyle olsun
Kanlarına giriyorum onların ve kurtulamıyorlar benden
Herşeyi deniyorlar kaçmak için
Ama sonunda hep geri dönüyorlar
Hepsi geri dönmüştür bana
Ama gördüğüm bir tanesi dışında
Ağlamıştım ardından
Ama kolay ağlardım o zamanlar
Çocuklar sert içkileri yaklaştırmayın yanıma
Acımasız oluyorum o zaman
Burada oturuyor bütün gece
Bira içebilirim siz hippilerle birlikte
Bu biradan on beş litre içerim ve
Bana mısın demem, su gibi gelir bana
Ama bir defa koklatın sert içkileri
Pencereden dışarı atmaya başlarım insanları
Kim olursa olsun fırlatırım dışarı
Bunu yaptım daha önce
Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
Bilmezsiniz çünkü hiç aşık olmamışsınızdır
İşte iş bu kadar basit
Genç bir fıstık buldum şimdi, öyle güzel ki..
Bukowski diyor bana, Bukowski diyor o minicik sesiyle
Bense ne var diyorum
Ama aşk nedir bilmezsiniz siz
Size ne olduğunu anlatıyorum ama dinlemiyorsunuz
Aşk buraya kadar gelip kıçınızı dürtse
Bu odada içinizden birinin ruhu duymaz
Şiir okuma toplantılarının boktan bişey olduğunu düşünürdüm
Bana bak ben elli bir yaşındayım ve çok dolaştım
Boktan diyorsam öyledir
Ama sonra dedim ki kendime Bukowski
Aç kalmak daha boktan
Sonuçta işte buradasın ve hiçbirşey olması gerektiği gibi değil
O adam neydi adı Galway Kimel
Bir dergide resmini gördüm
Yakışıklı bir suratı var ama öğretmen
Tanrım düşünebiliyor musunuz
Eyvah sizler de öğretmensiniz
Size de küfrediyor oluyorum o zaman
Hayır o adamın adını hiç duymadım
Ne de ötekinin, hepsi birer asalak
Belki egom yüzünden artık çok fazla okumuyorum
Ama, şu ünlerini beş altı kitap üstüne
Kuran insanlar var ya,
Hepsi birer asalak
Bukowski diyor bana bu kız
Niçin klasik müzik dinliyorsun bütün gün
Sizi şaşırttım değil mi
Benim gibi kaba ayyaş birisinin
Klasik müzik dinleyeceğini düşünmezdiniz
Brahms, Rachmaninoff, Bartok, Tdeman
Kahretsin burada yazamıyorum
Çok fazla sessiz, çok sayıda ağaç var burada
Şehirleri severim, en uygun yerler benim için
Her sabah koyarım klasik müziğimi
Ve oturup yazı makinemin başına
Bir puro içerim bakın işte böyle
Ve Bukowski derim sen şanslı bir adamsın
Bukowski bu belaların hepsini atlattın
Ve sen şanslı bir adamsın
Ve mavi duman yayılır masamın üstüne
Ve pencereden dışarı Delengpre Caddesi'ne bakarım
Ve derin nefes alır ve yazmaya başlarım
Bukowski işte yaşam budur derim kendi kendime
Yoksul olmak iyidir, basur olmak iyidir, aşık olmak iyidir
Ama siz nasıl birşey olduğunu bilmezsiniz
Sevgilimi görseydiniz ne dediğimi anlardınız
Buraya gelince baştan çıkacağımı düşündüm
Tam böyle olacağını bildi, böyle olacağını bana söylemişti
Allah kahretsin ben elli bir yaşındayım o ise yirmi beşinde
Birbirimize aşığız ve o beni kıskanıyor, Tanrım bu güzel birşey
Buraya gelip baştan çıkarsam, gözlerimi oyacağını söylemişti
Alın işte aşk sizlere
İçinizden hangisi bilir böyle birşeyi
Sizlere birşey söylemeliyim
Öyle adamlarla tanıştım ki hapishanede
Üniversitelere ve şair toplantılarına giden
İnsanlardan çok daha fazla yol-yordam bilen insanlardı
Kan emicidirler onlar, bütün görmek istedikleri
Şairin çorapları kirli midir acaba ya da koltukaltları kokuyo mudur
Ama sizden şunu hatırlamanızı istiyorum
Bu odada yalnız bir tane şair var bu gece
BELKİ DE BU ÜLKEDE YALNIZ BİR TANE ŞAİR VAR BU GECE
O DA BENİM
İçinizden kim biliyor yaşamı, içinizden kim biliyor herhangi birşeyi
Hangi biriniz hayatında işinden kovuldu?
Ya da sevgilisine dayak attı ya da sevgilisinden dayak yedi
Beş defa kovuldum ben Senis and Rocbuck'tan
Kovmuşlar, tekrar kovmuşlardı beni
Otuzbeş yaşındayken tezgahtarlık yapıyordum onlara
Sonra kurabiye çalarken yakalandım
Ben nasıl olduğunu bilirim çünkü ONLARDAN GELİYORUM
Elli bir yaşındayım ve aşığım
Şu gencecik güzel şey diyor ki bana: Bukowski
Ve ne var diyorum, O ise
Sen pisliğin tekisin diyor bana
Ve bebeğim beni anlıyorsun diyorum
Bu dünyadaki tek güzel şey O
Kadın ya da erkek bu tür hareketine katlanacağım tek kimse
Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
Hepsi geri döner bana sonunda, her biri geri döner
Yalnız o sözünü ettiğim bir tanesi,
Hani o sözünü ettiğim bir tanesi
Yedi yıl birlikte yaşamıştık, çok içerdik
Bir avuç memur görüyorum ben bu odada
Şair filan yok aranızda, hiç şaşırmadım bu işe
Şiir yazmak için aşık olmak gerekirdi
Ve siz aşık olmak nedir bilmiyorsunuz ki
Sizin derdiniz bu!
Şu ağır içkiden verin biraz bana
Tamam buz istemem güzel
Güzel işte çok güzel böyle
Haydi bakalım gösteriye başlayalım
Ne dediğimi hatırlıyorum
Ama bir tek atacağım yalnızca
Ne de güzel tadı var şu meretin
Haydi uzatmadan bitirelim bu işi
Yalnız bundan sonra kimse durmasın
Açık pencerenin yanında


CHARLES BUKOWSKİ

Kimsenin Kağıt Toplamak Zorunda Olmadığı Bir Gün

yollayan tutbenidüşmeden on Ekim 11, 2008

Kimsenin Kağıt Toplamak Zorunda Olmadığı Bir Gün

Abla, "demek sen zaten bir yazarsın" dedi. Kağıtçıdan yazar olur mu ki, demek istedim ama aslında ben de inanmıyorum ki kağıtçı olduğuma. Sanki başkası kağıtları topluyor, bense sürekli hayal ediyorum, kafamda sesler oluyor.

BİA Haber Merkezi

11 Ekim 2008, Cumartesi

Atık kağıt işçilerinin kendi seslerini, taleplerini deneyimlerini duyurduğu KAtık dergisinin altıncı sayısı çıktı. Bu sayıda Tekirdağ, Antalya ve İstanbul'dan işçilerin yazıları, Çevre Mühendisleri Odası genel sekreteriyle söyleşi, işçilerin örgütlenme sorunları üzerine yazılar bulunuyor. İrtibat için katik_aki@mynet.com adresine e-posta atılabilir. Dergiden atık kağıt işçisi Mehmet'in yazısını alıntılıyoruz.

İsmim Mehmet. Dergi için yazı topladıklarını söylediler. Ben de yazıları toplayan abla gelince, herkesten gizli yazdığım şeyleri utanarak gösterdim.

Aslında günün birinde birilerinin, okuyacağını hiç düşünmemiştim ama birden başkası merak edince çok heyecanlandım. Demek ben de istiyormuşum başkaları yazdıklarımı okusun, sesimi duysun.

Abla, "demek sen zaten bir yazarsın" dedi. Kağıtçıdan yazar olur mu ki, demek istedim ama aslında ben de inanmıyorum ki kağıtçı olduğuma. Sanki başkası kağıtları topluyor, bense sürekli hayal ediyorum, kafamda sesler oluyor. Gerçek ben hangisi, bazen ben de karıştırıyorum.

Hatta geçen amcaoğlu bir şey soracak oldu, ben boş bakıyormuşum, öyle diyor. Bir kezinde de zabıtalar geldi arabamı almaya. Fark etmemişim. Sonradan çok kızdım kendime, koruyamadım arabamı diye. Ne de olsa kağıtçıyım ben. Evime ekmek götürüyorum arabamla.

Gündüz hayal kurmasam gece rüya görüyorum. Çok gördüğüm bir rüya var. Rüyada önce bizim ordayız. Düğünümüz var. Düğünde halay çekiyoruz. Düğün dememe bakmayın, bizim düğünlerin de eski tadı kalmadı. Yokluktan aslında, köyde daha güzel olurdu, biraz da nedense kimse sevdiğine varamıyor, galiba ondan. Kağıtçıya kim kız verir diyorlar ya...

Sonra biz düğün yerinden bir alay insan yola çıkıyoruz. Kamyonların içinde çöpler var. Tepesine kadar dolu. Hepsinin üstüne çıkıyor konu komşu kim varsa. Hep birlikte oynamaya başlıyorlar. Kamyonlarla el arabalarıyla hep birlikte kağıt topladığımız yerlere gidiyoruz.

Akşam oluyor, ışıklar var her yerde. Alüminyum lambalar sokaklarda ışıl ışıl yanıyor. Bütün trafik duruyor, biz yürüyoruz. İşin tuhafı malımıza, arabamıza el koyan zabıta da bizim kervana katılmak istiyor. Zabıta diyor ki "Biz emir eriydik, o yüzden arabanızı alıyorduk ama geceleri hiç rahat uyuyamıyorduk, şimdi bugün tatil günümüz, bizi de alın aranıza. Aramızda bazı kötü niyetli arkadaşlar vardı ama biz öyle değiliz" diyorlar.

Şaşırıyoruz ama seviniyoruz da çok. Her ortamda iyisi kötüsü olur, biz de bazen hata yapıyoruz, doğrusunuz diyoruz. O sırada bakıyorum, bazı adamlar çöpleri topluyorlar yoldan. Kim ki bunlar, bizim işimizi yapıyorlar diye bakınca şaşırıyorum. Bir tanesi zorla malımızı düşük paraya almak isteyen fabrikanın sahibi.

Diğerleri de onun gibi. Önce öfkeleniyoruz onları görünce, ama meğer fakir düşmüşler. O zaman kamyonetlerdeki kağıtlardan, plastikten veriyoruz onlara. Onlar da çocuk babasıdır ne de olsa, diyoruz. Yalnız, diyorum ben, sakın sadaka diye görmeyin, gönlümüzden koptu. Yardım amaçlı yani, acıma değil. Sonra "biz biliriz" diyorum, "çöpten ekmek çıkarmanın ne olduğunu iyi biliriz".

"Kartonları da öyle düzensiz koymayın" diyorum, gösteriyorum nasıl yapacaklarını, "sonra eve dönerken birden çokça karton çıkar karşınıza, sevinciniz kursağınızda kalır, alamazsınız yeriniz yoksa" diyorum. "Sağol" diyorlar.

Sonra bize siz nereye gidiyorsunuz diye soruyorlar. Ben şaşırıyorum, sahi nereye gidiyoruz diye. En önden kervan başı bağırıyor: Hindistan'a, diyor. Ben birden çok seviniyorum, çünkü Hindistan'ı çöpten bulduğum bir kitapta görmüşüm ve çok merak etmişim.

Biri diyor ki, "Oralarda kağıt çokmuş. Çünkü çok büyük bir ülke, çok insan var. Bir kez toplarsan zengin durmuşsun bir daha hiç toplamazmışsın, başkaları da toplarmış sonra, herkes nasibini alırmış."

Başkası diyor ki "Orda kız verirken ne iş yaptığına bakmazlarmış". Bir başkası "orda belki başlık parası da istenmiyordur" dedi, herkes güldü.

Ben de başımı sallıyorum ve gülüyorum. Gizli gizli atlasta gördüğüm yerleri düşünüyorum. Hep yalnız yürüdüğümüz yokuşlardan bu sefer hep birlikte çıkıyoruz. İnsanlar bizi alkışlıyor. Hatta çöplerini topladığımız apartmanların pencereleri açılıyor. Bize beşinci kattan hakaret eden amcalar teyzeler Keşke biz de gelebilsek, diyorlar sizle. "Biz de aslında mutlu değiliz buralarda."

"Olmaz" diyoruz, "sizin üstünüz bizden temiz ama içiniz değil, orda kabul etmezler sizleri. Hesap sorulur sonra size."

Sonra ama Hindistan'a varamadan uyanıyorum. Zaten nasıl varılır ki o kadar zamanda, çok uzak orası. Rüya bile olsa varılmaz herhalde.

Ablaya çöpten çıkan kitapları okuduğumu söylemiştim. O da şaşırmıştı. Bana kitap da getirdi sonra. Ben kabul etmek istemedim ama "ben öğretmenim, benim senin gibi öğrencilerim var" deyince aldım. Bazen okuyorum, sonra dalıp gidiyorum. İçime tuhaf bir duygu gelip yerleşmiş: Sanki ben kağıt toplamak için doğmamışım. Ama şu dünyanın sırrını da sanki çöplerin içerisinden çıkaracakmışım gibi geliyor.

Gülmeyin bana. Bir insanın tek başına her şeyi anlamaya gücü yeter mi demeyin, hele çöpün içinden her şey çıkar ama senin dediğin şey çıkmaz da demeyin. Çöpten neler çıkıyor bir bilseydiniz... siz de şaşardınız. Ama tabii siz çöpe baksanız benim gördüklerimi görür müydünüz ki?

Belki boş düşünüyorumdur, ne de olsa işe çıktığımda bazen benle konuşan üniversiteli ablalar ağabeyler kadar okula gitmemişim. Ama yine de düşünmeden edemiyorum.

Bir kezinde neden bu haldeyiz diye sormuştum babama. "Kaderimizde yazılmış" dedi. "Babam beni okutamadı." Ama bence başka şeyler olmalı. Güneş her sabah doğuyor, sebepsiz yere değil ya. Bir nedeni olmalı. Aslında her şeyin bir nedeni olmalı.

Mesela kağıt fiyatları düşüyor çokça. Anlamıyoruz. Biri diyor kağıt ithalatı olmuş, çok kağıt varmış. Çok olunca istemiyorlarmış kağıt. Ama niye bazı zaman ithalat oluyor bazı zaman olmuyor? İthalat yapılmasa olmaz mı? Sordum bir kez, "piyasa böyle, o karar verir" dediler.

"Herkese mi o karar veriyor yoksa sadece bize mi" diye sordum ben de. Piyasa nasıl bir şey ki? Aldığım paradan çok böyle bizden bir şey saklamalarına bozuluyorum. Sanki bir perdenin arkasındayım da perdeyi kaldırınca her şey gözüküverecek ama işte öyle bir perde var mıdır, olsa da nerde bulunur, onu da bilmiyorum ki...

Belki, dedi abla, perde senin yazdıklarınla aralanır. Tam anlamadım, ama sanki bende gizli bir güç var da onu mu demek istedi? Dedim ya bazen öyle hissediyorum, sanki şu dünyanın sırrını çöplerin içerisinden çıkaracağım.(M/EÜ)

Anti-kahraman

yollayan tutbenidüşmeden on Eylül 25, 2008

Sinemada en beğenilen 10 anti-kahraman

Sinemada en beğenilen 10 anti-kahraman

Anti-kahraman; tavırları, yöntemleri ve niyetleri itibarıyla 'kahramana' uygun düşmeyen pozisyonda birisidir.

Aslında anti-kahraman denilen figür, kahraman olmayı hiç istememiştir. Hatta etrafındaki düzgün ve efendi tipler kadar 'kahraman geçinen' tiplerden de nefret eder.
Ama hayatın cilvesi -ve çokça da sinema senaristleri- sayesinde onları sever ve sempatik buluruz.
İşte sinema dünyasının en beğenilen 10 anti-kahramanı:



1- Travis Bickle - Taxi Driver (1976)
Robert De Niro'nun canlandırdığı bu taksi şoförü, gücün 'karanlık' tarafına geçmiş biridir aslında. Ama Darth Vader'den farklı olarak küçük kızları batakhaneden kurtarma misyonunu başarıyla yerine getirir.

Üç kağıtçı bir politikacıyı öldürmek üzereyken hepimiz ona destek çıkarız ama neyi niçin yaptığı konusunda Travis'in kafası çok karışıktır.

2- Leon - Leon (1994)
Jean Reno, tıpkı taksi şoförü Travis gibi gönülsüz bir şekilde, küçük bir kızın yolunu bulmasına yardım edecektir. Üstelik kendisine hayran bir kız çocuğunu istismar etmeyi düşünmeyecek kadar karakter sahibi bir kiralık katilden bahsediyoruz burada.

3- D-Fens - 'Falling Down' (1993)
Bazı insanlar bu filme bayıldı, diğerleri nefret etti. Oysa Michael Douglas'ın canlandırdığı 'D-Fens' karakteri başlangıçta normal bir insandır, tıpkı sizin gibi. Olağanüstü sıcak bir Los Angeles gününü sonunda sıkışan trafikte küçük kızının doğum günü partisini kaçırması bardağı taşıran son damla olmuştur.

Hiç de adil olmayan bir dünyada aklımızı kaybetmeye bu kadar yakın olduğumuzu bize hatırlatan bu figürü görünce ona sempati duymasak da, nefret etmeyi de beceremedik.

4- Mickey ve Mallory Knox - 'Natural Born Killers' (1994)
Sorunlu birer çocukluk hayatı geçirmiş iki figür birbirlerine aşık olur ve daha sonra psikopat katillere dönüşür. Medyanın da etkisiyle 'kahraman' olmaya adeta zorlanan iki anti-kahramandan bahsediyoruz burada.

Bonnie ve Clyde bir yanda.. Pulp Fiction'daki Honey-Bunney ve Pumpkin bir yanda.. acımasızca insanları öldürebilmelerine rağmen birbirlerine tutkulu bir aşkla bağlı bu katil çiftlerin bambaşka bir anti-kahraman tanımı getirdiğine dikkatinizi çekmek isteriz.

5- Blondie (Sarışın) - 'Dollars Trilojisi' (1964, 65, 66)
Bu üç spagetti Western film boyunca Clint Eastwood'a hayran olduk ama aıdnı öğrenemedik. Geçmişi karanlık, geleceği zaten olmayan bu isimsiz ve karanlık adamı yenmek adeta imkansızdı. Hiç de nazik değildi ama kendi çapında dürüsttü ve haklıdan yanaydı. Bir katildi ve bunu asla inkar etmiyordu.

Anti-kahramanın mükemmel örneğiydi denilebilir. Sadece katilleri öldürüyordu, ne iyiydi ne de kötü...

6- Tyler Durden 'Fight Club' (1999)
Evet sadece bir alter-egoydu ama modern bir anti-kahraman olduğuna şüphe yok! Matrix filmindeki Neo'dan daha gerçekti adeta. Anti-kapitalizm, anti-kredi kartı ve insanı zombileştiren her şeye karşıydı.

Kokuşmuş düzene meydana okuyan ve onun bir parçası olmayı reddeden bu adama hepimiz imrenmedik mi?

7- Harry Callahan 'Dirty Harry' (1971)
Adaleti yerine getirmek ve masumların intikamını almak için kanunları çiğnemekten çekinmeyen bir kanun adamına 'kahraman' denemez. Ama kendi doğrularına inanan ve bu uğurda hareket etmekten çekinmeyen bu adamı da hepimiz sevdik.

10 karakterlik bu listede Clint Eastwood'un iki defa yer alması da hiç birimize yanlış gelmiyor, öyle değil mi?

Tolstoy'dan Sözler

yollayan tutbenidüşmeden on Eylül 03, 2008

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/9/94/Leo.Tolstoy.jpg

• Güzel olan sevgili değil sevgili olan güzeldir…

• İnsanoğlunun değeri bir kesirle ifade edilecek olursa; payı gerçek kişiliğini gösterir, paydası da kendisini ne zannettiğini, payda büyüdükçe kesrin değeri küçülür…

• Kadın öyle bir konudur ki, onu ne kadar incelersen incele her zaman yepyenidir…

• Her mutluluk birbirinin aynı, ama her mutsuzluk kendine özgüdür…

• Eskiden önce orospularla yatıp sonra temiz aile kızlarını alırdık, şimdi önce temiz aile kızlarını alıp sonra orospularla yatıyoruz…

• Hayvan öldürmeden, insan öldürmeye sadece bir adım vardır; dolayısıyla hayvana işkence etmekle, insana işkence etmek arası da sadece bir adımdır…

• Nasıl dünyada beyin sayısı kadar düşünce çeşidi varsa, yürek sayısı kadar da sevgi çeşidi vardır…

• Muhammed her zaman evangelizmin üstüne çıkıyor. O insanı Allah saymıyor ve kendini de Allah ile bir tutmuyor. Müslümanların Allah'tan başka ilahı yoktur ve Muhammed o'nun peygamberidir. Burada hiçbir muamma ve sır yoktur…

• Hiç kimse öfkesini yutmaktan daha güzel bir içki içmemiştir…

• İşçinin hakkını alnının teri kurumadan veriniz…

• Herkes dünyayı değiştirmeyi düşünüyor, kimse kendini değiştirmeyi akıl etmiyor.

L'animateur

yollayan tutbenidüşmeden on Eylül 01, 2008



Bizi deniyorlar…

yollayan tutbenidüşmeden on Ağustos 27, 2008

Tarih:
13 Ağustos 2008
Sayı No:
50

Bizi deniyorlar…

Onların gözünde birer denekten farkımız yok. Hızlı trenleri için bizi deniyorlar, abuk sabuk yasa teklifleri için, akıllara ziyan sistemleri için hep bizi deniyorlar.

Çocuklarımız üzerinde sistem üzerine sistem deniyorlar. Üniversiteye girmenin yolu her kuşakta değişiyor, yetmiyor, bir kuşakta iki kere değişebiliyorlar. Ülkece, beyefendilerin “pilot bölgesiyiz”, “figüranıyız”, “crash test dummie”siyiz.

Bu dergi için çalışan insanlar arasında en fazla 15 yaş fark var ve hiçbiri, aynı sınav sisteminden geçmiş, aynı sınav sistemiyle mezun olmuş, üniversiteye girmiş değil.

Kalitesiz binalarını, derme çatma yollarını, buram buram asfaltın yanında yolsuzluk kokan otobanlarını, seçim barajlarını hep üzerimizde deniyorlar… Olmadı, baştan yaparlar, bir daha denerler. Nasıl olsa söz konusu olan sizin, bizim hayatımızdır, beyefendilerin değil.

Beyefendilerin gözünde birer denek hayvanından farkımız yok. Hepsi bitti, şimdi yaptıkları ve milyonlarca dolara satacakları geminin filikalarının sağlam olup olmadığını da üzerimizde denemeye başladılar. Sağlamsa ne ala, değilse elveda…

İşçilerimiz, birer kum torbası muamelesi görerek filikaların sağlam olup olmadığının anlaşılması için kullanılabiliyor. 3 can daha gitmiş, 3 aile daha evladını kaybetmiş ne var bunda? Filikayı denediler ya, bu yeter onlara. Sağlam değilmiş işte düzenekleri, yenisini yaparlar, yine denerler, yine kum torbası yerine işçilerimizi kullanırlar. Yapmazlar bir daha mı diyorsunuz? Siz daha bu ülkeyi tanımıyorsunuz.

Tüpgaz kaçağını çakmağıyla kontrol eden tüpçü misali, ama kendi hayatlarını değil, bizim hayatlarımızı ortaya koyarak deniyorlar.

Yıllardır üzerimizde her şeyi denediler; terör örgütlerini, istikrarsızlaştırmanın türlü çeşidini, en akla hayale gelmedik para politikalarını, garabet eğitim sistemlerini…

Şimdi bir filikanın sağlam olup olmadığını denemişler, çok mu? Verecek 70 milyon canımız var, azar azar veriyoruz: Beyefendilere feda olsun!

Ey Türk Gençliği, Dön De Bir Bak Haline!

yollayan tutbenidüşmeden on Ağustos 24, 2008

Ey Türk Gençliği, Dön De Bir Bak Haline!

genclik.jpg

Şiddeti kanıksamış, ona tapan bir gençlik var karşımızda. Güce, paraya, karanlığa, şiddete, ölüme sevdalı bir gençlik. Genelde internette ruhsal doygunluğa ulaşıyorlar, peki ya sonra? İçlerindeki vahşet tutkusunu, cinayet işleme arzularını, kana olan sempatilerini, şiddete olan ilgilerini kusuyorlar üzerimize…

n818323849_217659_1801.jpg Azad

Size ne kadar sakin olduğumu, anlatamam!..

Milliyetçi masallarla büyütülen çocukların, bir sabah gerçeği arama yolculuğuna çıkıp, resmi tarihin kirli geçmişiyle tanıştıkları anda, tanklarla öğütülmesine sessizlikle cevap veren bir toplum yapısına sahibiz. Tank sesleriyle dünyaya gözlerini açan her yeni nesil, üniversiteye kadar soru sormayı öğretemeyen bir eğitim sistemiyle büyüyor. Üniversite hayatıyla beraber soru sormaya ve sorgulamaya başlayan gençliğin; gelecek için kurduğu düşler, başka bir dünyanın mümkün olabileceği üzerine yürüttüğü düşünceleri darbelerle pasifize edilip, tarihin çöplüğüne kaldırılıyor. Ve tarihin tekerrürden ibareti bu coğrafyada baştan alıyor dersi!..

Cumhuriyetin kuruluşundan beri, hayatımızın tüm evrelerinde, her eve bir ateş düşüren devletimizin “derin görevlileri” sayesinde kaç nesilli kaybettik, sayanınız var mı? Bu topluma “cehennemi” yaşatanlar, komşunuza dışkı yediren, kardeşinizin ölümüne yol açan, akrabanızı kaybettiren, çocukluk arkadaşınızı işkencede öldüren, üniversitedeki arkadaşınızın işlemediği suçlar nedeniyle yıllarca cezaevinde yatmasına sebep olan, mahalle arkadaşınızın bayrağa sarılı tabutundan rant elde etmeye çalışanlar… Yakıyor değil mi, biliyoruz. “Vatansever” elbisesiyle gizlenen ve çocuklarımızı tehdit eden bu “derin canavara” kimler sahip çıkıyor? Kralın çıplaklığı karşısında bayraklarla gözlerini kapatanlar, şiddet teşhirciliği yapan kan fetişisti insanlar değil midir?

Tankla yerlerde sürüklenen gerilla ceseti fotoğraflarını gördükten sonra, Türk gençliğinin içinde bu “yapılanmalara” sahip çıkan var mı hala, aynı havayı soluduğumuz, aynı gökyüzünün altında yaşadığımız insanların parçalanmış ceset fotoğraflarına bakıp keyiflenen bir gençlikle yaşıyoruz…

Türkiye gençliğinin zemini dolgudan ibaret. Ufacık bir sarsıntıda bile yıkılma tehlikesi geçiren, güvencesi olmayan, geleceğini gözlerindeki umutsuzluğa kapatan, ruhunu yitirmiş bir bedevi gibi oradan oraya savrulan yitik bir kuşak. Yeni nesil gençliğin yapılan bir araştırmaya verdiği cevaplarda idol aldığı üç isme bir bakalım:

1- Polat Alemdar 2- Rahmi Koç 3- Acun Ilıcalı.

Elbette bu sohbetin ardından gençlik açısından “sıkıcı, klasik” nasihatlerin gelmesini kim ister. Ama korkunç bir gerçeğin de farkına varmamız gerekir. Yapılan her askeri darbe, bu ülkedeki insanları daha silik bir hayata yöneltmiş. Son darbelerle beraber şu anda 18-25 yaş arasında olan gençlik tek bir amaca yöneltilmiş durumda; kısa yoldan köşeyi dönmek. İdol olarak alınanlardan biri güçlü ve devletle işbirliği içinde olan hayali bir mafya kahramanı, diğeri ülkenin en zengin Yahudi işadamı, sonuncusu ise popüler kültürün üretimi ünlü bir spiker. Tek ortak yanları ise, “köşeyi dönmüş olmaları”.
İktidarın kendi zenginlerini yaratıp, yeşil sermayesini beslediği, ekonominin “iyiye gittiği” açıklamalarının “zenginlerin banka hesaplarını kabarttığı” anlamından başka bir şey olmadığı, işsizlik ve yoksulluğun katlandığı bir dönemde, toplumun umudu olan ama azınlıkta kalan “uykuya dalmamış” gençlik artık mutlu olduğu, rahat yaşadığı yeri vatanı kabul ediyor ve “vatanseverlerimiz” artık binbir gece masallarının sona erdiğinin yavaş yavaş farkına varıyorlar. O yüzdendir ki, “Güngören masalı” dikiş tutmadı ve darbeseviciler açısından “filiz vermedi.”

Gözlerini bile açmamış tohumları hırçın sularıyla hırpalayıp, dipsiz uçurumlara savuran Türk eğitim sistemi, ezberci, kalıpsal yaklaşımlarla, toprağa yeni ekilmiş fidanları ya “dünyaya düşman” yabani, zehir saçan bir bitkiye dönüştürüyor ya da içine kapanık, inancını yitirmiş, güvensiz, umutsuz toplumumuza yabancılık çekmeyecek bir bireye. O yüzden kendi anadilini katledip, “turkche” konuşan Türk gençliği, Kürtlerin anadilde eğitim isteklerine bile empatiyle bakamayacak kadar milliyetçi bir görüşe sahipler.

Oysa ne güzel çocuklardı onlar… Şimdiki hallerini gördükçe, ne kadar sakin olduğumu anlatamam size!…

Şiddeti kanıksamış, ona tapan bir gençlik var karşımızda. Güce, paraya, karanlığa, şiddete, ölüme sevdalı bir gençlik. Genelde internette ruhsal doygunluğa ulaşıyorlar, peki ya sonra? İçlerindeki vahşet tutkusunu, cinayet işleme arzularını, kana olan sempatilerini, şiddete olan ilgilerini kusuyorlar üzerimize… Yıllarca karanlık hayatlarına terk edilen, aç, yoksul bırakılan, bir parça ekmek kazanması için köpek gibi dövüşmesi gerektiğini öğrenen yeni nesil gençliğimiz, şimdi sabırla avını bekleyen sistemin çaresiz, potansiyel kurbanı durumunda.

İşkence gören ve AİHM’e kadar giden davalarıyla bildiğimiz Manisalı lise öğrencileri, asker kurşunlarıyla can veren 12 yaşındaki Uğur Kaymaz, Cizre’de hurdacılık yaparak kardeşlerini okutmaya çalışırken panzer altında kalıp hayatını kaybeden Yahya Menekşe, baklava çaldığı için hapis cezası alan çocuklar, İzmir’de karakolda işkence gören çocuklar, yolda polisle tartıştığı için vurulan Cem İnci , 12 Eylül’de yaşı büyütülüp idam edilen Erdal Eren ve daha niceleri hafızamızda hala sıcaklığını korurken, sistem yeni kurbanlar istemekte… Ve buna dur diyecek bir güç bulamıyoruz ya, işte o zaman ne kadar sakin olduğumu anlatamıyorum size.

Çatışmalarda hayatlarını kaybeden askerler için “Teröre Lanet”, “Siyah Kurdela” gibi kampanyalar düzenleyen medya ve “duyarlı” toplumumuz, neden öldürülen siviller karşısında tek bir tepki bile gösterme zahmetinde bulunmuyor. Öldüren devlet görevlisi olduğu için mi, “devletimizin imajı zarar göreceği için mi yoksa devlet öldürmüşse vardır mutlaka bir suçu” zihniyetiyle mi utanmaz yüzlerini çeviriyorlar. Terörü uygulayanın bayrağı legal ise, bu terör meşru mudur?

Konya’da Kuran Kursu binasının çökmesiyle ölen 18 çocuğun hesabını kim verecek? Anne babaları “Takdir-i ilahi. Ölüme inanıyoruz, şikayetçi olmayacağız” diye açıklama yapıyor. Kaçak olarak, ruhsatsız işletilen bir kuran kursu insanoğlunun ihmal ve akılsızlığı yüzünden çöküyorsa, hangi takdir-i ilahiden bahsedebiliriz? Fethullah Gülen tanrı adına kararını veriyor; “hepsi cennete gidecek…” Fethullah Gülen’in iktidarları ele geçirme stratejisi başlı başına bir tez konusu aslında. Ücretsiz üniversite kurslarıyla tavlanan zeki öğrenciler, burs verilen yetenekli Kürt öğrenciler, “Hocaefendi”nin okullarında geleceğin iktidarında Gülen için birer fedai haline getiriliyor. Gülen, yoksulu yoksulluktan çıkarma çözümleri geliştirmek yerine kendisine el açtırıp, cemaatine bağımlı iyi yetiştirilmiş birer fedaiye dönüştürüyor. Hassan Sabbah’ın rolünü çalıp yiğit, zeki çocuklarımıza, “cenneti” vaat ediyor. Fethullah Gülen’in güç imparatorluğunu daha da yükseltmek için tahtının altına koyduğu 18 küçük bedenin hesabını bugün sormayanlardan ve bu olayın üstünü kapatıp, hiçbir şey olmamış gibi sırıtarak “yoluna devam eden”lerden elbet birgün hesap soran birileri de çıkacaktır.

Çocuklarımıza kıyıyorlar, farkında mısınız?

MGK’nin önceden bildiği saldırı sonrasında Dağlıca’da esir düşen askerleri “vatan haini” olarak yargılayan devlet, Güngören saldırısının ardından; olayla alakaları olmadığı savcı tarafından da “tutuklama gerekçesi”nde ifade edilen insanları toplayıp, öfkeli topluma katliamın “suçluları” olarak servis ediyor. Ve kimse sesini çıkarmıyor, nasılsa dosya kapanıyor değil mi? Kürt askere gitse de, gitmezse de yine “vatan haini” damgasını yiyor velhasıl. Hun Türkler sitesinin forumunda bir üye, ülkücü olmakla suçladığı diğer üyeyi azarlıyor: “Sende pis ülkücülerdensin, defol buradan, ‘Ben Türküm’ demekle Türk olunmaz, senin damarlarında hala Kürt kanı var.”

Facebook aleminde açılan gruplar, gençliğimizin ruh-i haliyesini bize yeterince açıklıyor sanırım. Size açılan gruplardan birkaç örnek vermek istiyorum. “En İyi Kürt, Ölü Kürttür”, “PKK’lilerden Sabun Yapalım”, “Kürtlere Soykırım Yapılsın”, “Kürt Sorunu Yoktur, Kürt İstilasi Vardır”, “Kürtlere Kısırlık Aşısı Yapılsın…” Grupların ortak fotoğrafları genelde; iki elinde kesilmiş gerilla başlarıyla poz veren bir asker, parçalanmış gerilla cesedinin üzerine postalıyla basıp, bir eliyle silahını gösterip, diğer eliyle bozkurt işareti yapan ve büyük olasılıkla özel harekatçı olması muhtemel askerler, çıplak gerilla cesetleri v.s.

Ve insanı dehşete düşüren taraf, o parçalanmış cesetler üzerine yapılan ve sonu dil çıkarmayla biten küfürlü, alaycı, kelimelerin utandığı yorumlar. Bıyıkları yeni terlemiş gencecik çocuklarını birer canavara dönüştüren sistemden, anne babalar hesap sormazsa, kim sorabilir ki?

Hollywood polisiye filmlerinin çoğunda, toplumu sarsan adli bir olayın ardından, polis suçluyu aramak için gettolara veya çoğunlukla afro-amerikalıların, mültecilerin yaşadığı yerleşim yerlerine giderler. Öyle ya bir suç işlenmişse, bunun Amerikalı bir beyazın yapma olasılığı ne kadar ki!.. Bütün pislikler, suçlular gettolarda ve “bizden olmayanlarda”dır, öyle değil mi!..
Küçük Amerika halini alan Türkiye’de de işlerin çok farklı geliştiğini düşünecek kadar saflar var mı aramızda, bilmiyorum ama eğer bir araştırma yapılırsa, devletin Kürt kimliğini savunan her ailede mutlaka bir “yanlışlığı” olduğuna resmi olarak tanık olabiliriz. Binlerce Kürt ve Türk muhalif vardır ki, hiç yere yıllarca cezaevinde yatan ve ardından “pardon” bile denilmeden serbest bırakılan. Akşam konserde saz çalıp, gece yorgun evine gelen bir Kürt sanatçının sabah gazete bayiisine uğradığında, bir derginin kapağında kendi fotoğrağını ve altında “İşte Bombacı” yazısını görmesiyle hayatının alt-üst oluşunu kim, nasıl izah edebilir ki!..

Vatansever, milliyetçi ama yoksul, aç, eğitimsiz bir gençlik karşımızda. Her ne kadar Türk üniversiteleri dünyada sondan yedinci sırada yer alsa da, öğrenciler de pek parlak değil. Üniversitede okuyup ta, cumhurbaşkanının, başbakanının adını bile bilmeyen, Genelkurmay başkanını parti başkanı zanneden milliyetçi Türk gençliği, “yaşanılacak yer” olarak ise her ne hikmetse çoğunlukla Avrupa’yı seçiyor.

Danıştay Başkanı Mustafa Birden, Türkiye Gençlik Konfederasyonu Başkanı Feridun Cevahiroğlu`na, gençliğin kendi zamanlarındaki kadar Atatürk ilkeleri konusunda duyarlı olmadığını söylüyor. Gençliği “İran’a benzeriz, Şeriat gelir, Komünizm gelir, Kürdistan kurulur” masallarıyla uyutarak bir hiçliğe götüren bu zihniyet için, tek dert gençliğin “Atatürkçü veya laik olup olmaması.” Gençliğin yoksulluğu, açlığı, umutsuz bir toplumda mutsuz zamanlar yaşaması belli bir ideolojiye saplanıp kalanların umurunda değil elbette.

Mutluluk coğrafyasından uzakta, milliyetçi duygulara sahip ama vatanından uzakta “rahat ve mutlu” yaşamayı hedefleyen, her gün yeni tapınakların ve putların yaratıldığı bir yerde, dünyanın en kötü eğitimini alıp, en fazla vergi veren vatandaşlarından biri olan, en pahalı benzini, interneti, telefonunu kullanan, en yoksul ile en zengin arasındaki uçurumların tahmin edilemeyen derinliğinde kaybolan, en Müslüman ile en laik arasındaki suni çatışmanın ortasında bırakılan, memleketini ve insanını seven aydınlarını toprağa gömüp, vatan sevgisini ranta çevirenleri “kahraman” ilan eden ey Türk gençliği, damarlarındaki uyuşturucuyu boşaltıp, dön de bir bak haline, ne haldesin?

VIVA DÜNYA KUPASI

yollayan tutbenidüşmeden on Temmuz 07, 2008


FIFA ve BM’nin tanımadığı ya da emperyalist ülkeler tarafından işgal yönetimi altında tutulan azınlık ülkelerinin futbol turnuvası olduğunu biliyor muydunuz?
Peki ne bu turnuva ne yapar?
VIVA Dünya Kupası, NF-Board tarafından düzenlenen, FIFA üyesi olmayan takımlara düzenlenen özel turnuvadır. Turnuvanın her 2 yılda bir düzenlenmesi kararlaştırılmıştır. İlk turnuva, 2006 yılında Oksitanya’da düzenlenmiş ve turnuvayı Sápmi kazanmıştır.
Bu turnuvaya tanınmayan KKTC gibi Kürdistan’da katılmakta… Ama bu sene KKTC katılmıyor. Malum ada birleşiyor ve KKTC diye uluslararası tanınmak istemiyorlar artık.
Durumu Radikal Gazetesi’nin bugünkü haberiyle destekleyelim:

GALLİVARE - Futbol severler Avusturya ve İsveç’te düzenlenen 2008 Avrupa Şampiyonası’yla milli takımların ayak topu müzadelesine doymuşken, yeni bir turnuva kapıda. Bu kez milli devletleri bulunmayanlar yeşil sahalarda kozlarını paylaşacak. İsveç’in Laponya bölgesinde BM’de resmen tanınmayan diyarlarla özerk bölgelerin turnuvası olan ‘Viva Dünya Kupası’ 7 Temmuz’da başlıyor. Organizasyonunu 2003’te kurulmuş tanınmamış ülkeler futbol federasyonunun NF-BOARD (Yeni Futbol Federasyonu) yaptığı turnuvaya katılması kesinleşenler şöyle:
Sovyet döneminde Kola Yarımadası’na sürülmüş Samilerin yılda bir gün güneşin batmadığı Laponya’sı, neo-faşist Umberto Bossi’nin bir türlü İtalya’nın elinden koparamadığı kuzdeydeki Padanya, hileli seçim sonrası Endonezya mandası yapılan Vanuatu (Batı Papua), her daim kaynayan Irak Kürdistan’ı, Süryaniler’in Bethnahrin’i ve Fransız Riviera’sının batısındaki Provence futbol takımları. Bir de katılması umulanlar var: Queen’in efsane solisti Freddy Mercury’nin yurdu Zanzibar, Çin işgalindeki Tibet, Yugoslavya dağılınca turistik cazibesi yüzünden Hırvatistan tarafından kapılan Rijeka, Malta’ya bağlı Gozo Adası, Tanzanya ve Kenya arasında kafasına göre takılan Maasai kabilesi ve Danimarka’nın özerk bölgesi Grönland.
İlk maç Kürtlerle Samiler arasında
İlk maçın tarihi ve rakipler de belli. Samilerle Kürtler başlama vuruşunu 7 Temmuz’da Gallivare Stadyumu’nda yapacak. Viva Dünya Kupası’nın FIFA organizasyonu gibi mutluluk veren resmi içeceği, paraya ihtiyaç duyulunca cebinizde bitiveren kartları ve havai fişek gösterileriyle tapınaklaşan stadları olmasa bile, hazırlık maçları ve milli takım renkleri mevcut. Padanya, 7 Mayıs’ta İtalya’daki aşırı sağcı Kuzey Birliği’nin lideir Umberdo Bossi’nin de izlediği hazırlık maçında Tibet’i 14-2 yendi.
NF-Board, ilk Viva Dünya Kupası’nın 2006’da KKTC’de düzenlemek istemişti. Gel gör ki KKTC Başbakanı Ferdi Sabit Soyer talepleri karşılanamaz bulunca, kupa organizasyonunu Albert Camus, Eric Cantona gibi ünlülerin memleketi olan ve resmen Fransa’ya bağlı Oksitanya’ya taşınmıştı. Kasım 2006’daki ilk randevuda Samiler kupayı kazanmıştı. 2008 Viva Dünya kupası’nı kazanacak takıma 90. yaşını kutlayan Afrika’nın bağımsızlık sembolü Nelson Mandela Kupası verilecek.
Ayrıca Samiler ve Kürdistan bayanlarıyla da turnuvaya katılıyor,turnuva sadece tanınmamış ülkeleri değil kadınları da tanıyor,FIFA örnek alır mı dersiniz….
Turnuvayı ” http://www.vivaworldcup.info/vwc2008/en/index.htm ” adresinden takip edebilirsiniz…

YİTİK

yollayan tutbenidüşmeden on Temmuz 06, 2008

Yitik bir kent gibi yeniden keşfettim çocukluğumu
Ben kazdıkça örtülen.
Sütunlar yıkılmıştı
Çatılar göçmüş;
Uzak konuşmalar, fısıltılar
Geliyordu derinden.

Eski bir tavan arasında
Buldum defterini aşkın
Yazılar okunaksız
Belli belirsiz çizgilerini
Seçebildim bir kızın;
Dağınık sesler birleşip
Annemin sesi oldular
Ve gökte
Çocukluğumdan kalma yıldızlar…

Geleceğe doğru koşan bir tren
Taşırken beni bugüne
Çocukluk günlerimdeki gibi
Ağladım düşümde.

Ataol Behramoğlu
Ekim 1983 istanbul

Garip bir yer

yollayan tutbenidüşmeden on





Bebek gözleri yalansız, bebek gözleri cesur
Tarafsız derin bakışlar, tarafsız bir gerçek
Bebek elleri minicik, bebek elleri yumuşak
Kir tutmayan avuçlar, kir tutmayan gerçek


Ağlayarak bakar yağmura korkudan mıdır bilinmez
Bazen de gülücükle güneşe
Dopdolu bir bilincin algıdaki karmaşı gibi
Bazen de olur olmadık hareketler
Kimi kez yemek için ayaklar döner ya da felsefi bi soru:
"Dünya nasıl meydana geldi?"


Yalnızca görmeyle inanmaz, dokunmalı hissetmeli
Hatta yutmalı tadına bakmalı
Ne sanmıştınız ki siz küçücük şirin filozofları
Kocaman dünyaya yanıt ararlar


Ne garip bir yer burası?...

Filiberto Ojeda Rios

yollayan tutbenidüşmeden on Mayıs 31, 2008



Porto-Riko; birçoğumuzun bir sömürge olduğundan haberimizin olmadığı ABD sömürgesi bir ada. Ülkenin kendi bayrağı, kendi hükümeti, kendi mahkemeleri, kendi futbol takımı vs. her eyi var. Ancak bunların hepsi ABD merkezi hükümetine bağlı. İnsanları ABD pasaportu taşıyor ancak ABD seçimlerinde oy kullanamıyor. Yıllardır dünyayı "özgürleştiren" ABD ise yanı başındaki Porto-Riko'yu özgürleştirmeye vakit bulamıyor.

İşte bu rezalete dur demek için mücadele edenlerin başında da Los Macheteros* olarak bilinen Borucia Halk Ordusu (Ejército Popular Boricua) geliyor. Filiberto Ojeda Ríos bu hareketin kurucusu ve önderi. Porto-Riko bağımsızlık hareketi tarihinin en önemli ismi.

Filiberto Ojeda Ríos 26 Nisan 1933'te Naguabo, Porto Riko'da doğdu. 15 yaşında kolej eğitimine başlayan Filiberto'nun zekâ seviyesi daha o yıllarda çevresindekilerin dikkatini çekiyordu. Ancak Filiberto'nun bu yıllardaki ilgi alanı müzikti. Filiberto gençlik yıllarında Porto Riko'nun Ponce Belediyesi’nin ünlü Salsa grubu "La Sonora Poncena"ya katılarak sahnede trompet ve gitar çaldı. 1961'de ailesini Porto Riko'dan Küba'ya taşıdı ve Küba istihbarat servisi olan Genel Haberalma Müdürlüğü'nde işe başladı. Bir yıl sonra Porto Riko'ya döndü.

1967'de kurduğu Porto Riko'nun ilk askeri politik grubu Silahlı Devrimci Bağımsızlık Hareketi (Movimiento Independentista Revolucionario Armado-MIRA) 1970'lerin başında polis tarafından dağıtıldı ve Rios tutuklandı. Ardından kefaletle serbest bırakıldı ve eski MIRA üyeleri ile Silahlı Ulusal Kurtuluş Güçlerini (Fuerzas Armadas de Liberación Nacional - FALN) kurduğu New York'a taşındı. 1976'da Ojeda Rios, Los Macheteros olarak da bilinen Borico Halk Ordusu'nu (Ejercito Popular Boricua) kurdu. Örgüt 1974 ile 1983 yılları arasında ABD'de 120'ye yakın silahlı eylem gerçekleştirdi.

Örgütün tarihindeki en önemli eylem ise 12 Eylül 1983'te gerçekleştirildi. Los Macheteros Connecticut, West Hartford'daki bir Wells Fargo (Red Kit'ten hatırlayacağımız posta ve bankacılık şirketi) deposundan yaklaşık 7 milyon dolar çaldı. Bu miktar o güne kadar ABD tarihindeki en yüksek nakit soygunu anlamına geliyordu. Bu soygunda elde edilen paranın bir bölümü Porto Riko bağımsızlık hareketini fonlamak için kullanılırken bir kısmını da (en az 2 ila 3 milyon dolar olduğu iddia ediliyor) Küba'ya bağışlandığı söylenmekte.

1985'te, 19 Los Macheteros üyesi Wells Fargo soygununa ilişkin iddialarla aranmaya başladı. Ojeda, iki yıl süren kaçışının ardından bir FBI operasyonuyla yakalandı. Operasyonda, kurşungeçirmez yeleklerle korunan 24 ajandan oluşan bir grup Ojeda'nın dairesinin bulunduğu binaya girdi. Ajanlar bitişik binalara ve bir helikoptere yerleştirilmiş keskin nişancılardan yardım aldı. Ojeda, ajanları fark ettiğinde onlara hafif makineli tüfekle ateş etti ve binanın ikinci katına çıkmaya çalışan herkesi vurmakla tehdit etti. Bu esnada, Ojeda'nın eşi Blanca Iris Serrano dairenin banyosunda dokümanları yaktı. Ajanlar binanın ikinci katına ulaşmak için merdiveni tırmanmaya çalışırken Filiberto birini yaralayacak şekilde onlara ateş etti, bu sırada keskin nişancılardan biri onu vurarak diğer ajanlara onu tutuklamak için zaman kazandırdı ve Filiberto bu şekilde ele geçirildi.

Filiberto, yerel mahkeme tarafından "Birleşik Devletler güçlerine karşı meşru müdafa içinde olduğu kararı" ile kefaletle serbest bırakıldı, ancak kaçmaması için bileğine elektronik izleme cihazı takıldı. Kısa sürede Filiberto cihazdan kurtulmanın bir yolunu buldu ve yaşamının geri kalanını kaçak olarak sürdürdü. 1992 Temmuz'unda, Ojeda Rios Federal Mahkeme tarafından gıyabında 55 yıl hapse mahkûm edildi ve Wells Fargo soygunundaki rolü nedeniyle 600 bin dolar para cezası aldı.

Filiberto Ojeda Ríos gelişmelerden sonra, 11 Eylül saldırılarına kadar, yıllarca ABD'nin en çok arananlar listesinde birinci sıradaydı.

Kaçışının ardından Porto Riko’daki bir dağ kasabası olan Hormigueros'a giden Filiberto orada bir ev inşa etti, fiziksel görünümünü değiştirdi, kendisinin simgesi olarak kabul edilen sakallarını traş etti ve gül bahçıvanı olarak Don Luis adını kullanmaya başladı. Komşuları onu yıllarca böyle tanıdılar. Ta ki 23 Eylül 2005 tarihine kadar. Uzun yıllardır Filiberto'nun peşinde olan FBI onun yerini günler öncesinden keşfetmişti. Ancak hesapları yalnızca onunla değil Porto-Riko bağımsızlık mücadelesi ile olduğundan saldırı emri 23 Eylül günü verildi. Bu tarih 1868'de, Lares köyünde bir grup Porto Rikolu devrimcinin, Grito de Lares (Lares'in Gözyaşları) adını taşıyan bir deklarasyonla İspanyol sömürge makamlarına karşı isyanın başlangıcının yıldönümüydü. İsyan hemen bastırılsa da, bu tarih Porto Rikolularca anılmakta ve bağımsızlık hareketi için bir kalkış noktası olarak seçilmekteydi. Ojeda Rios, Grito de Lares anmalarında takipçilerine gizli mekânından yaptığı açıklamalarla da ünlüydü.

23 Eylül 2005 öğleden sonra saat 3 yakınlarında FBI'ya bağlı bir özel tim, Hormigueros kasabasındaki kırsal bir çiftlik olan Filiberto Ojeda'nın evine çitleri kırarak girdi ve evine yüzlerce kez ateş etti. Bunun üzerine Filiberto ateşe on kurşunla cevap verdi. Ve harcanan fişeklerin sayısı onun 10 kez, FBI'ın ise 100 kez ateş ettiğini göstermekte. Bu kurşunlardan hiçbiri isabet etmedi. Ancak daha sonra Filiberto bir keskin nişancı tarafından vuruldu, FBI onun yaralı olduğunun farkında olmasına rağmen tam 12 saat boyunca ne eve girdi ne de kimsenin girmesine izin verdi ve Filiberto Ojeda Rios'nun kanamadan ölmesine neden oldu ki bunu - Filiberto Ojeda Rios'un hiçbir tıbbi yardım olmaksızın saatlerce kanayan tek bir yaranın neden olduğu aşırı kanamadan öldüğü gerçeğini - yetkili sorgu yargıcının doğrulamasına ve Porto-Riko Adalet Bakanlığı'nın taleplerine rağmen olayın sorumluları hakkında dava açılmadı.

FBI'ın resmi açıklaması** ise tam bir trajedidir. FBI resmen Filiberto'nun yaralı olduğunun farkında olduklarını kabullenmiş, ancak içeri girmeye cesaret edemedik gibi saçma bir açıklamayla Fİliberto'yu ölüme terkettiklerini itiraf etmiştir. Filmlerde bol bol hayat kurtaran, tehlikeleri göze alarak düşmanını sağ ele geçirmeye çalışan FBI ajanları ya bu operasyonda görevlendirilmemişlerdi ya da emir zate büyük yerdendi ve zaten öldürmeye geldikleri için içeri girip bir de risk almaya gerek yoktu.

Filiberto'nun katli Porto-Riko halkının yoğun tepkisine ve mücadelelerini daha da hızlı sürdürmelerine neden oldu.

Filiberto Ojeda Rios yaşamı ve mücadelesi ile Latin Amerika halklarının efsaneleştirdiği bir önder.
Filiberto Ojeda Rios ABD'nin yanı başında ona karşı 40 yıldan beri verilen onurlu direnişin simgesi.
Filiberto Ojeda Rios dünya halklarının özgürleşme mücadelesi tarihinde parlamaya devam eden bir yıldız.

Onurlu bir yaşam için direnişlerini sürdüren halklar seni hiç unutmayacak

* Los Macheteros kamışları kesmek için pala ("machete") kullanan şeker kamışı hasatçılarına verilen addır. İspanya'ya karşı ayaklanmalarda halk İspanyol askerlerine karşı bu palalarla savaştığı için ayaklanmacılar bu adla anılmaktadır.

** FBI'ın kendi sitesinde yayınladığı resmi açıklamanın konuyla ilgili bölümü tam olarak şöyle: FBI Filiberto Ojeda Rİos ve Macheteros'un patlayıcılarla ilgili geçmişi konusunda bilgi sahibiydi. Güvenlik nedeniyle(eve girmeden) ekstra ajanlar, polis köpekleri , ek ekipman ve o sırada ABD'de bulunan bir özel taktik tim istenmiştir.

İNSAN PAZARI

yollayan tutbenidüşmeden on Mayıs 20, 2008

gondulardan gelmişik
açlık nedir bilmişik
aman ağbey yaman ağbey
gör bizi

sabahın seherinde sıcak yataktan
kopmuşuk da gelmişik bu güvenpark'a
gelmişik de birikmişik bu güvenpark'ta
'angara angara güzel angara'
aman ağbey yaman ağbey
gör bizi

çorum'lardan suvas'lardan oluruk
çangırı'dan ezirgan'dan gelirik
gırşeher'den yozgat'tanık vallaha
anşe'lerik fatma'larık gülüzar'larık
güllü'lerik hatçe'lerik ağbeyim
açlık nedir bilirik
hele sen bir al bizi
hele sen bir olur de
biz her işi görürük

cam silerik parıl parıl
halı kilim silkerik
ağartırık gap-gacağı
aş da yaparık
çamaşır dikiş nakış
yatak da gabartırık
süpürürük tertemiz
gül-gülüstan ederik
bakma öyle kibir kibir ağbeyim
bakma öyle horgörük
hele sen bir olur de
hele sen bir al bizi
hele sen bir goku sür
sultan olur sekerik
açlığın dini olmaz ağbeyim
yoksulluğun vatanı
kör olasın gahpe devran
biz açlığı bilirik

güvenpark'ta bir anıt var
gördün mü
aha böyle yamrı yumru bir daşdan
bildin mi
yazıyo ki o anıtta ağbeyim
'övün çalış güven türk'
garga bokun yememiş
it deşmemiş çöplüğü
biz gelirik gondulardan ağbeyim
aha orda bekleşirik
beklerik ki gelsinler
bizi ordan alsınlar
yap desinler aha şunu
yap desinler aha bunu
üşenmezik erinmezik
biz her işi görürük
yeter ki gelsin epmek
yeter ki brakmasın bu can bu teni

türkük diye övünüyok ağbeyim
açlık türkü bilmiyo ki
varak diyok iş üstüne
çağır çağır gelmiyo ki
çalışsak da güvensek da ağbeyim
övünsek da olma mı
anam sayrı üç yıldır
babam işsiz ağbeyim
gardaşlarım daha güççük
daha suçsuz ağbeyim
birileri gelse de alsa ya beni
yuğsam da arıtsam ya kirlilerini

dersim'lerden suvas'lardan oluruk
gıtlıklardan gıyımlardan gelirik
erinmezik üşenmezik ağbeyim
biz açlığı bilirik
güvenpark'ta o anıta
selam saygı ederik

Hasan Hüseyin Korkmazgil

Aşk Üstüne - Montaigne

yollayan tutbenidüşmeden on Mayıs 17, 2008

http://humanities.uchicago.edu/orgs/montaigne/portrait/008-Anonymous-17th%20century.jpg


AŞK ÜSTÜNE

Kitapları bir yana bırakır da dobra dobra konuşursak, aşk dediğimiz şey, arzulanan bir varlıkta bulacağımız tada susamaktan başka bir şey değildir, gibi geliyor bana. Venüs'ün bize verdiği şey sonunda bir boşalma hazzı değil mi? Tıpkı doğanın başka taraflarımızın boşalmasına kattığı haz gibi. Bu haz ölçüsüzlük yahut hayasızlık yüzünden kötülük haline geliyor. Sokrates'e göre aşk, güzelliğin aracılığıyla çoğalma arzusudur. Ama nedir, bu hazzın insana verdiği o acayip gıdıklama, Zenon'u, Kratippos'u düşürdüğü o delice, budalaca, saçma sapan haller, bizi sürüklediği o uygunsuz azgınlık, aşkın en tatlı anında o alev saçan, kudurmuş, zalim surat, sonra nedir o birden kabarıp böbürlenme, bu kadar çılgınca bir işin içinde o ciddileşip kendinden geçme? Hem ne diye hazlarımızla pisliklerimizi sarmaş dolaş edip hep bir yere koymuşlar? Ne diye insan hazzın son kertesinde acı çeker gibi, ölecek gibi inlemekli oluyor? Bunlara bakınca, Platon'un dediği gibi, tanrıların insanı kendilerine oyuncak diye yarattıklarına inanasım geliyor. İnsanların bu en bulanık, en karışık işinin en ortak işleri olması da doğanın bir cilvesidir, diyorum. Böylelikle bizi denkleştirmek, akıllılarla delileri, insanlarla hayvanlarıbirleştirmek istemiş. İnsanların en ağırbaşlısını o bilinen hal içinde bir düşündüm mü, bütün ağırbaşlılığı bir yapmacık oluverir. Tavus kuşuna haddini bildiren ayaklarıdır.

Oyun arasında ciddi düşüncelere yer vermeyenler, bir aziz heykelinin karşısında, önü açık diye, dua etmekten çekinenler gibidir. Biz de pekala hayvanlar gibi yeriz, içeriz; ama bunlar ruhumuzun göreceği işlere engel olmaz, bu işte hayvanlara üstünlüğümüzü gösterebiliriz. İşte gelgelelim öteki iş bütün düşünceleri, Platon'un bütün felsefesini ve ilahiyatını emri altına alır, amansız hışmıyla bizi, hem de seve seve, insanlığımızdan çıkartıp hayvanlaştırır. Başka her yerde az çok nazik olabilirsiniz; başka her iş kibarlık kurallarına uydurulabilir, ama bu işin hayvanca ve gülünç olmayan şekli düşünülemez bile. Bir arayın da bulun bakalım bu iş bilgece ve edepli bir şekilde nasıl yapılabilir? Büyük İskender, herkes gibi bir ölümlü olduğunu bir bu işte, bir de uyumada anladığını söylermiş. Uyku ruhun kötü güçlerini sarıp yokeder, bu iş de hepsini kaplayıp darmadağın eder. Onu sadece mayamızdaki bozukluğun değil, hiçliğimizin, noksanlığımızın bir belirtisi sayabiliriz kuşkusuz.

Doğa bir yandan bizi bu arzuya doğru sürer, gördüğü işlerin en soylusunu, en yararlısını, en güzelini de ona bağlamıştır bir yandan da bizi bırakır, onu kötüleriz, ondan ayıp, günah diye utanır kaçarız, perhizi sevap sayarız. Bizi yaratan işi hayvanlık saymaktan daha büyük hayvanlık mı olur? Türlü ulusların dinlerinde vardıkları, kurban, mum yakma, oruç, adak gibi ortak taraflardan biri de cinsel arzunun kötülenmesidir. Onun bir cezalanması demek olan sünnet bir yana, bütün kanılar bu konuda birleşir. Hoş, bir bakıma insan denilen bu budala varlığı yaratma işini ayıplamakta, bu işe yarayan taraflarımızdan utanmakta pek de haksız değiliz ya... İnsanın doğuşunu görmekten herkes kaçar, ama ölümünü görmeye hep koşa koşa gideriz. İnsanı öldürmek için gün ışığında, gelmiş meydanlar ararız, ama onu yaratmak için karanlık köşelere gizleniriz. İnsanı yaparken gizlenip utanmak bir ödev, onu öldürmesini bilmekse birçok erdemleri içine alan bir şereftir. Biri günah, öteki sevaptır. Aristoteles ülkesinin bir deyimine göre birini iyileştirmenin öldürmek anlamına geldiğini söyler.

Bazı uluslar yemek yerken başlarını bir örtüyle kaparlarmış. Bir bayan tanırım, hem de en büyüklerden bir bayan, o da aynı kafada: Çiğnemek hiç güzel bir hareket değilmiş, kadının zerafetine, güzelliğine çok zarar verirmiş. Bu bayan iştahı olduğu zaman herkesten kaçarmış. Başka bir adam bilirim ne başkalarını yemek yerken görmeye, ne de başkalarının kendini yerken görmesine katlanamaz. Karnını doldurmak, içini boşaltmaktan çok daha ayıp bir iştir. Türk padişahının ülkesinde birçok insanlar varmış ki başkalarından üstün sayılmak için kendilerini yemek yerken göstermezlermiş, haftada bir tek öğün yerlermiş, yüzlerini gözlerini param parça ederlermiş, kimselerle de konuşmazlarmış. Bu softalar demek doğayı bozdukça değerlendireceklerini, yaratılışlarını hor görmekle yükseleceklerini, ne kadar kötüleşirlerse, o kadar iyileşeceklerini sanıyorlar. Şu insan ne korkunç bir hayvan ki, kendi kendinden bu kadar iğreniyor, kendi zevklerini başının belası sayıyor. Hayatlarını gizleyen, başkalarının gözüne görünmekten kaçan insanlar da var. Sağlık, sevinç içinde olmak onlar için en zararlı, en belalı hallerdir. Değil yalnız birçok tarikatlar, birçok uluslar var ki doğuşlarına lanet eder, ölümlerine şükrederler. Güneşe lanet edip karanlıklara tapanlar bile var. Biz insanlar kendimizi kötülemeye gösterdiğimiz zekayı hiçbir yerde gösteremeyiz. Kafamızın, o her şeyi bozabilen tehlikeli aletin peşine düştüğü, öldürmeye kastettiği av kendi kendimizdir.

O miseri! quorum guadia crimen habent. (Gallus)

Ah zavallılar, sevinçlerini suç sayanlar.

Bre zavallı insan, az mı derdin var ki kendine yeni dertler uyduruyorsun. Az mı kötü haldesin ki, bir de kendi kendini kötülemeye özeniyorsun. Ne diye yeni çirkinlikler yaratmaya çalışıyorsun? İçinde ve dışında zaten o kadar çirkinlikler var ki! O kadar rahat mısın ki rahatının yarısı sana batıyor? Doğanın seni zorladığı bütün yararlı işleri gördün bitirdin, işsiz güçsüz kaldın da mı başka işler çıkarıyorsun kendine? Sen tut, doğanın şaşmaz, hiçbir yerde değişmez yasalarını hor görür, sonra o senin yaptığın, bir taraflı acayip, uygunsuz yasalara uymaya çabala. Üstelik bu yasalar ne kadar özel, dar, dayanıksız, gerçeğe aykırı olursa çabaların da o ölçüde arıtıyor senin. Mahalle papazının sana emrettiği gündelik işlere sıkı sıkıya bağlanırsın; tanrının, doğanın emirleri umurunda değildir. Bak, bir düşün bunlar üzerinde: Bütün yaşamın böyle geçiyor. (Kitap 3, bölüm 5)







DENEMELER

Michael De MONTAIGNE

Türkçesi: Sabahattin EYUBOĞLU

Cem Yayınevi

29. Basım 1997

Sf. 49-52

MENDİLİMDE KAN SESLERİ

yollayan tutbenidüşmeden on

MENDİLİMDE KAN SESLERİ

Her yere yetişilir

Hiçbir şeye geç kalınmaz ama
Çocuğum beni bağışla
Ahmet Abi sen de bağışla
Boynu bükük duruyorsam eğer 
İçimden öyle geldiği için değil
Ama hiç değil
Ah güzel Ahmet abim benim
İnsan yaşadığı yere benzer
O yerin suyuna, o yerin toprağına benzer
Suyunda yüzen balığa
Toprağını iten çiçeğe
Dağlarının, tepelerinin dumanlı eğimine
Konyanın beyaz
Antebin kırmızı düzlüğüne benzer
Göğüne benzer ki gözyaşları mavidir
Denize benzer ki dalgalıdır bakışları
Evlerine, sokaklarına, köşebaşlarına
Öylesine benzer ki
Ve avlularına
(Bir kuyu halkasıyla sıkıştırılmıştır kalbi)
Ve sözlerine
(Yani bir cep aynası alım-satımına belki)
Ve bir gün birinin adres sormasına benzer
Sorarken sorarken üzünçlü bir görüntüsüne
Camcının cam kesmesine, dülgerin rende tutmasına
Öyle bir cıgara yakımına, birinin gazoz açmasına
Minibüslerine, gecekondularına
Hasretine, yalanına benzer
Anısı işsizliktir
Acısı bilincidir
Bıçağı gözyaşlarıdır kurumakta olan
Gülemiyorsun ya, gülmek
Bir halk gülüyorsa gülmektir
Ne kadar benziyoruz Türkiye'ye Ahmet Abi.
Bir güzel kadeh tutuşun vardı eskiden
Dirseğin iskemleye dayalı
-- Bir vakitler gökyüzüne dayalı, derdim ben --
Cıgara paketinde yazılar resimler
Resimler: cezaevleri
Resimler: özlem
Resimler: eskidenberi
Ve bir kaşın yukarı kalkık
Sevmen acele
Dostluğun çabuk
Bakıyorum da simdi
O kadeh bir küfür gibi duruyor elinde.
Ve zaman dediğimiz nedir ki Ahmet Abi
Biz eskiden seninle
İstasyonları dolaşırdık bir bir
O zamanlar Malatya kokardı istasyonlar
Nazilli kokardı
Ve yağmurdan ıslandıkça Edirne postası
Kıl gibi ince İstanbul yağmurunun altında
Esmer bir kadın sevmiş gibi olurdun sen
Kadının ütülü patiskalardan bir teni
Upuzun boynu
Kirpikleri
Ve sana Ahmet Abi
uzaktan uzaktan domates peynir keserdi sanki
Sofranı kurardı
Elini bir suya koyar gibi kalbinden akana koyardı
Cezaevlerine düşsen cıgaranı getirirdi
Çocuklar doğururdu
Ve o çocukların dünyayı düzeltecek ellerini işlerdi bir dantel gibi
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar büyüyecek
O çocuklar...
Bilmezlikten gelme Ahmet Abi
Umudu dürt
Umutsuzluğu yatıştır
Diyeceğim şu ki
Yok olan bir şeylere benzerdi o zaman trenler
Oysa o kadar kullanışlı ki şimdi
Hayalsiz yaşıyoruz nerdeyse
Çocuklar, kadınlar, erkekler
Trenler tıklım tıklım
Trenler cepheye giden trenler gibi
İşçiler
Almanya yolcusu işçiler
Kadınlar
Kimi yolcu, kimi gurbet bekçisi
Ellerinde bavullar, fileler
Kolonyalar, su şişeleri, paketler
Onlar ki, hepsi
Bir tutsak ağaç gibi yanlış yerlere büyüyenler
Ah güzel Ahmet Abim benim
Gördün mü bak
Dağılmış pazar yerlerine benziyor şimdi istasyonlar
Ve dağılmış pazar yerlerine memleket
Gelmiyor içimden hüzünlenmek bile
Gelse de
Öyle sürekli değil
Bir caz müziği gibi gelip geçiyor hüzün
O kadar çabuk
O kadar kısa
İşte o kadar.
Ahmet Abi, güzelim, bir mendil niye kanar
Diş değil, tırnak değil, bir mendil niye kanar
Mendilimde kan sesleri.
Edip CANSEVER 

Faşizmin sıradanlaşmış hali

yollayan tutbenidüşmeden on Mayıs 10, 2008

Faşizmin sıradanlaşmış hali

Eren KESKİN

Geçtiğimiz hafta sonu, bindiğim bir taksinin şoförüyle yaptığım konuşma, bana Türkiye’de faşizmin ne kadar sıradanlaştığını, şovenizmin nasıl korkunç boyutlarda olduğunu bir kez daha hatırlattı.

Aslında, mesleğim gereği çok fazla taksiye binen ve taksicilerle sohbet ederek, adeta Türkiye’nin nabzını tutmaktan çok zevk alan bir kişiyim. Ancak anlatacağım taksiciyle yaptığım sohbet, gerçekten korkunçtu.

Taksiye biner binmez, çoğu zaman olduğu gibi, taksici bana “abla ne iş yapıyorsun” diye sordu. Avukat olduğumu söyleyince, “Ben de siyasiyim abla”, “Benim de çok davam var” dedi. Ben sevindim. İşte tam konuşulacak kişi diye düşünürken, kendimden çok emin bir şekilde, hangi davadan yargılandın diye sordum. O da, “Ben yıllarca Ülkü Ocakları başkanlığı, MHP ilçe başkanlığı yaptım”, “16 tane adam yaralamadan davam var”, “Hep Kürtleri yaraladım. Kürt görmeye tahammülüm yok abla", “Bir tek iyi Kürt vardır o da ölü Kürt’tür” diye devam etti. O anda arabadan inmek istedim. Ancak, onu konuşturmak da istiyordum. Devam etti. Yıllarca Alaaddin Çakıcı’yla çalıştığını, emniyet müdürü Sadettin Tantan tarafından nasıl korunduklarını, çek senet işlerinde nasıl çalıştıklarını, ülkücü avukatların icra işlerini kendilerinin hallettiğini anlattı.

Ardından da, karısının da siyaseti çok sevdiğini ve onun da CHP'de çalıştığını, aslında MHP ile CHP'nin kardeş parti olduklarını, Deniz Baykal’a büyük saygı duyduğunu söyledi. Ve ardından tekrar ekledi. “Abla bizim tek bir düşmanımız var, o da Kürtler”, “bütün Kürtler PKK’lidir ve bizim düşmanımızdır”, “Ben arabaya bir yolcu aldığımda ona hemen nereli olduğunu sorarım, eğer Güneydoğulu ise, hemen arabadan indiririm”.

Artık ineceğim yere yakınlaşmıştık. “Neden bana nereli olduğumu sormadın” dedim. Gülerek “Abla Kürt olmadığın o kadar beli ki” dedi. Artık iniyordum. Parayı verirken, “Adım Eren Keskin, sol görüşlüyüm ve Kürdüm, Abdullah Öcalan’ın da avukatıyım” dedim. Adam, bir yandan parayı alırken, bir yandan şaşkın şaşkın bakıyordu. Ve tam inerken, “nasıl da tanıyamadım” sözünü duydum.

Aynı gün, televizyon haberlerinde günlerdir hepimizi endişeye sürükleyen, İtalyan sanatçı PİPPA Bacca’nın tecavüz edilerek öldürüldüğünü öğrendim. O’nun katili ile taksici birbirlerine o kadar çok benziyorlardı ki, eminim Bacca’nın katili de taksici gibi Türk ırkçısı, toplumsal cinsiyet ilişkilerinin yarattığı, faşizmin ve militarizmin bize dayattığı erkek ideolojisinin ürünü bir insan kopyasıydı.

Ve bir kez daha yanı başımızda yaşadığımız, alışveriş yaptığımız, taksilerine bindiğimiz, her an karşı karşıya gelebildiğimiz birçok insanla nasıl da farklılaştığımızı ve bunu dönüştürecek ve değiştirecek bir siyasete nasıl da ihtiyacımız olduğunu düşündüm.

Aslında hep söylüyoruz. Kadın ve erkek arasındaki ezme-ezilme ilişkisine karşı çıkarken, aynı zamanda bu ilişki biçimini dayatan ırkçılığa, şovenizme, kapitalizme ve militarizme de karşı çıkmak gerekiyor. Böyle bir mücadele hattı tutturabildiğimizde ve bu mücadele biçimini kitlelere yayabildiğimizde, her şey çok daha farklı olacak. 15 Nisan 2008

Üniversitelerimiz

yollayan tutbenidüşmeden on Nisan 27, 2008

img254/125/niversitelr6.jpg

Sakızın evrimi...

yollayan tutbenidüşmeden on Nisan 14, 2008

Sakızın evrimi...

Sakızın evrimi...

Bir dahaki sefer ayakkabınıza yapışan o sakıza lanet ederken, tarihin bir parçasının size yapıştığını düşünün.

Temmuz 2007’de Finlandiya’da, üzerinde diş izleri bulunan 5500 yıllık bir sakız bulundu, ama sakız çiğneme ihtiyacımız daha da eski tarihlere dayanıyor. Fin kazısı danışmanlarından Sami Viljanmaa, “Sakız çiğnemenin 10 bin yıldan daha öncelere uzanan bir tarihi var” diyor. Öğrenmemiz gereken, ne kadar daha önceye uzandığı...

AĞIZDAKİ BAĞIMLILIK
İÖ 4000-3500
Sakız, çanak çömlek ve ok başlarının onarımında tutkal olarak kullanıldı. Arkeologlar, Neolitik insanların, ağız enfeksiyonlarını tedavi amaçlı “sakız” çiğneyerek antiseptik özelliklerinden yararlandıklarına inanıyor.



İS 50
Eski Yunanlılar sakız ağacından elde edilen reçineyi (çamsakızı) çiğnedi.

1500’ler
İspanyol kayıtları, Mayaların sapodilla ağacının (Manilkara zapota) besisuyundan yapılan sakızı çiğnediklerini gösteriyor.

POPÜLERLEŞME
1600’ler
Amerikan yerlileri çiğneme alışkanlıklarını Avrupalı sömürgecilerle paylaşıyor.

1848
John Curtis, ilk ticari sakız olan Maine Eyaleti Halis Alaçam Sakızı’nı piyasaya sürüyor.

1860’lar
Meksikalı general Antonio López de Santa Anna Amerika’ya ulaşıyor. O, lastik üretimi için satma umuduyla sapodilla sakızını New York’a getiriyor.

1869
Ohio’lu bir diş hekimi, William Semple, sakız için ilk patenti alıyor.

PEMBE BİR DÜNYA
1891
William Wrigley, Jr., sattığı her kabartma tozu kutusu ile birlikte iki paket sakız veriyor. Sakız hızla popülerleşiyor. Doublemint ikizleri ve Wrigley beyzbol sahası da onu izliyor.

1928
Walter Diemar tesadüfen balonlu sakızın formülünü keşfediyor. Ve elindeki tek gıda boyasını ekliyor: Parlak pembe

1941-45
Askerlere erzak ve yiyecekleri ile birlikte balonlu sakız da dağıtılıyor. Paris’ten Filipinler’e kadar balon şişiren Amerikan güçleri, tutulmasını hızlandırıyor.

SAKIZ HABERLERİ
1950’ler
Şekersiz sakız piyasaya sürülüyor.

1996
Sigarayı bırakmaya yardımcı olan ilk nikotin sakızı Nicorette, tezgâhlarda yerini alıyor.

2004
Singapur, sakıza uyguladığı yasağı hafifletiyor.

2007
Bilim insanları suda çözülen ve kaldırım veya giysilerden kolayca çıkarılabilen sakızı test edip geliştiriyor.

www.nationalgeographic.com.tr

BAŞKALARININ ESKİLERİNİ GİYENİN ŞARKISI

yollayan tutbenidüşmeden on Nisan 12, 2008

BAŞKALARININ ESKİLERİNİ GİYENİN ŞARKISI

Satın alınmış düşleri, bıkıp fırlattığınızda
Ardınıza bakmayın
Oradayım.
Ayışığında bir öpüşme düşü,
Eskitilmiş bir kadife bluz, sim işlemeli
Ve yenilenen balayı, dantel askılı
Yaramaz işime... ben üşüyorum.
Sıcacık bir şey gereken
Düşlerime.

Yarım bırakılmış çorba,
Geri çevrilmiş biftek ve "ihanet" yabancı bana
İnce topukları yaz takunyalarınızın.
Bana kalın, yıkanmayan dayanıklı
Akrabalar kadar tanıdık bir şey gerek
Rengi de, rengi de olmalı elbet
Yıpranmışlığımı örten.

Dokunduğumda çocukluğumu düşündüren
Gençliğim gibi sırrı açıklanmaz
Kumaşlar satılmaz çarşılarınızda.
Ağrılarıma göre tasarlanmadı giysilerinizin boyu.
Bir korkuyu tanırsınız yalnız.
yaşlanmak ve bırakılmak.
ben de çeşidi var,
Ama bitişmiyor sizinkilerle,
Sevgiden doğuyor çoğu.

Paramın yettiği bu tezgâhta
Satılan eksileriniz
Ellerim değdikçe soluk alıyor
Eksiyen siz misiniz?

Evrensel Kültür, Nisan 1996

MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 18, 2008

http://www.diclehaber.com/5RGNkzTP/2007/04/23/mrd-ugur-anma%20(2).jpg


MEÇHUL ÖĞRENCİ ANITI



Buraya bakın, burada, bu kara mermerin altında
Bir teneffüs daha yaşasaydı
Tabiattan tahtaya kalkacak bir çocuk gömülüdür
Devlet dersinde öldürülmüştür

Devletin ve tabiatın ortak ve yanlış sorusu şuydu:
-Maveraünnehir nereye dökülür?
En arka sırada bir parmağın tek ve doğru karşılığı:
-Solgun bir halk çocukları ayaklanmasının kalbine!dir.

Bu ölümü de bastırmak için boynuna mekik oyalı mor
Bir yazma bağlayan eski eskici babası yazmıştır:
Yani ki onu oyuncakları olduğuna inandırmıştım

O günden böyle asker kaputu giyip gizli bir geyik
Yavrusunu emziren gece çamaşırcısı anası yazdırmıştır:
Ah ki oğlumun emeğini eline verdiler

Arkadaşları zakkumlarla örmüşlerdir şu şiiri:
Aldırma 128! İntiharın parasız yatılı küçük zabit okullarında
Her çocuğun kalbinde kendinden daha büyük bir çocuk vardır
Bütün sınıf sana çocuk bayramlarında zarfsız kuşlar gönderecek.


Ece AYHAN

16 Mart Beyazıt Katliamı

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 17, 2008


Bir ölü yatıyor
Vurdular
Kurşun yarası
Kızıl bir karanfil açmış alnında
İstanbul'da Beyazıt meydanında.

Bir ölü yatacak
Toprağa şıp şıp damlayacak kanı
Silahlı milletim hürriyet türküleriyle gelip
Zaptedene kadar büyük meydanı.

Nazım HİKMET



" Saldırıda Hukuk ve İktisat Fakültelerinde okuyan öğrencilerden Cemil Sönmez, Baki Ekiz, Hatice Özen, Abdullah Şimşek, Murat Kurt, Hamit Akın ve A. Turan Ören yaşamını yitirdi. "

Aydınlık

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 16, 2008

Hiçbir vakit tam karanlık değil gece
Kendimde denemişim ben
Kulak ver dinle
Her acının sonunda
Açık bir pencere vardır.
Aydınlık bir pencere
Hayal edilecek bir şey vardır
Yerine getirilecek istek
Doyurulacak açlık
Cömert bir yürek
Uzanmış açık bir el
Canlı canli bakan gözler vardır
Bir yaşam vardır yaşam
Bölüşülmeye hazır


Paul Eluard


100 binluk çadir şart oldi

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 15, 2008

http://www.karalahana.com/makaleler/kitap/lazkapital_kapak.jpg

100 binluk çadir şart oldi

Laz Marks 22 Eylül 2007, Cumartesi


Eskiden ilgi gören her futbol maçinun ardindan işgal medyasi “100 bin kişiluk sitad şart oldi” başluği atardi. Maksat, dişarida seyirci kalmasun.
18 milyon vatandaşun, açluğun mayınli sınırinda gezinduği bir ülkede yaşayiruk. A-çe-pe yalamasi medyanun neden “100 binluk çadir şart oldi” başluğuni atmaduğini merak edeyirum. Haçan A-çe-pe iktidari ve belediyeleri fakir fukaraya çadirda yemek vermağa bayiliyi. E millet da aç, kuyruklar çadirlarun etrafinda iki tur atayi.

50 yilluk soygun düzenini aynen devam etturup, IMF politikalarini Kemal Derviş’ten bile daha sıkı uygulayan A-çe-pe iktidarindan bahsedeyiruk. Senun derdun halkun aç susuz olmasi değildur. Yaratmaya çaliştuğun kendi burjuvanla birlukte (eski çakallari da urkutmeden) emperyalist - kapitalist pastadan pay kapmaktur. 11 ay boyinca millet açluktan kaval çalsun, 1 ay boyinca çadirda yemek ver.

Açilişi başka bir iktidara birakmayun, "100 binluk çadir" en çok "çadir sevici" A-çe-pe iktidarina yakişur.

Laz Marks Emice

Nietzsche'den Sözler

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 14, 2008

http://dennymarquesani.sites.uol.com.br/images/nietzsche.JPG



* ne zaman rüyama girse önce deri ceketini giyer, silahını kuşanır, herhangi bir bankayı soyar ve ortalığı velveleye verirdi.
"paranızı alıyorum aklınızı değil " yazan bir not bırakırdı sonra. arkasından aydınlık izbe bir odaya kapandığını ve bıyıklarını orada uzattığına şahit oldum. bıyıkları tamamen uzadığında odası karanlıktı. ışığı yaladığını söyledi ve tadını anlata anlata bitiremedi...



* ey ulu yıldız..! kendilerine ışık saçtıkların olmasaydı,
saadetin nerde kalırdı..!


* Bu muydu yaşam hadi öyleyse bir kez daha...


* hayatını tekrar tekrar aynı hayatı yaşıcakmışsın gibi yaşa, istemediğin bi durumla karşı karşıya kalmışsan ve buna boyun eğiyorsan, diğer hayatlarında da aynı şeye boyun eğceğini düşünerek, sen en güzeli boyun eğme, bu böyle gitmez; bi şeyi çokmu istiyosun, ama buna cesaret edemiyomusun, diğer hayatlarında da bu şeyi çok isteyip hiç bi zaman cesaret etmediğin için ulaşmıycaksın, o yüsden sen en güzeli aş kendini, yap yapmak istediğini ki sonunda en mutlu şekilde yaşayabileceğin bi kısır döngü oluşturabilmiş ol.


* zayıflar bizi kendi gücümüzden utanmaya zorladıkları için kazandılar.


* "simdi hafifim, simdi ucuyorum, simdi kendimi kendi altimda goruyorum, simdi bir tanri dansedip geciyor icimden.."

boyle soylemisti zerdust'e.



* gerçekten de hayatın anlamı olmasaydı,ve ben anlamsızı seçmek zorunda olsaydım,bence de en seçilesi anlamsızlık olurdu.


* yukseldikce ucma bilmeyenlere daha kucuk gorunmemiz kacinilmazdir..


* işte benim filozof denince anladığım şey: varlığıyla herşeyi tehlike içine sokan korkunç bir patlayıcı..


* dilencileri yok etmek gerek, çünkü insan onlara verince de pişman oluyo, vermeyince de..


* erdemlerin tümü züğürtlük, kirlilik ve acınacak bir rahat düşkünlüğüdür... ey erdemden söz açanlar, bütün erdemleri uyumaya
yollayın... ben ne değilsem erdemim odur... en büyük kötülük, en büyük iyilik için gereklidir... yaratıcı olmak isteyen önce yıkıcı olmak, değerleri yıkmak zorundadır... yaşam bana şu sırrını verdi: bak, ben daima yenmek zorunda olanım... erdem dedikleri, gerçekte korkaklıktır... şehveti, hükmetme isteğini, bencilliği üç büyük kötülük sayarlar. gerçekte bunlar üç büyük iyiliktir, üç büyük mutluluktur... gerçekte bencilliğe erdem denmeliydi. çalmamalısınız, öldürmemelisiniz sözleri bir zamanlar kutsaldı. ama ben size soruyorum: doğada hırsızlık ve öldürmek yok mudur? parçalayınız kardeşlerim, eski levhaları parçalayınız.


* Bundan sonraki yıllarda yapacağım iş iyiden iyiye belirlenmişti. Olumlayıcı kesimini bitirmiştim işimin. Sözle, eylemle hayır diyen bölümüne gelmişti sıra. Bunlar da şimdiye değin sürüp gelen değerlerin yenilenmesi, büyük savaş, son karar gününün belirlenmesiydi. Bu arada, bir de yavaş yavaş çevreme bakıyor, kendime yakın gördüklerimi, güçlerine dayanarak bu yok etme işinde bana yardımı dokunabilecekleri arıyordum. İşte o günden beri, yazılarımın her biri bir oltadır: Kim bilir belki de olta atmakta herkesten ustayımdır?... Oltama hiç bir şey takılmamışsa suç benim değil artık. Balık yokmuş...


* Yoldaşlar arar yaratıcı ve hasat arkadaşları: Çünkü ona göre herşey olgun hasat için. Ama yüz orağı yok onun: Bu yüzden yolar başakları öfkeli öfkeli. Yoldaşlar arar yaratıcı, oraklarını bilemesini bilen yoldaşlar. Yıkıcılar denecek onlara, iyi ile kötüyü hor görenler denecek. Hasatçılar ve şenlik edenler onlar halbuki. Kendi gibi yaratıcılar arıyor Zerdüşt, hasat arkadaşları ve şenlik arkadaşları arıyor: Sürülerle, çobanlarla, cesetlerle işi ne Zerdüştün! Ve sen benim ilk yoldaşım,
hoşçakal! Ağacının kovuğuna güzelce gömdüm seni, güzelce sakladım seni (yasak kelime kullandınız)lardan. Ama veda ediyorum şimdi sana, zira vakit erişti. Bir seherle öbür seher arası yeni bir gerçek ayan oldu bana.


* Pazar yerinden ve şandan uzakta yer alır büyük olan her şey. Hep pazar yerinden ve şandan uzakta barınmıştır yeni değerler yaratan. Yalnızlığına kaç dostum: görüyorum ki her yerini ağılı sinekler sokmuş. Sert ve sağlam bir havanın estiği yere kaç! Yalnızlığına kaç! Sen küçük ve acınacak kişilere pek yakın yaşadın. Onların göze görünmez öclerinden kaç! Onlar sana karşı öcden başka bir şey değildirler. Artık el kaldırma onlara! Sayısızdır onlar, hem senin yazgın sinek kovmak değildir ki...


* cokları pek geç, bazıları erken ölürler, tabii vaktinde yaşamayanlar nasıl vaktinde ölebilir? keşke hiç doğmasaydı. lüzumsuzlara bu öğüdü veririm. fakat lüzumsuzlar bile ölümlerini mühimserler. en boş ceviz bile kırılmak ister. herkes ölüsünü mühimsiyor. ölüm henüz bir bayram sayılmıyor. insanlar daha en güzel bayramlarını nasıl kutlayacaklarını
öğrenmediler.


* hepimiz bazen birileriyle o kadar yakınlaşırız ki dostluğumuzu ya da kardeşliğimizi hiçbir şey engellemiyormuş gibi görünür, bizi ayıran küçücük bir köprü vardır, hepsi o kadar. ama tam sen bu köprüye adım atacakken sana şu soruyu sorsam : "bu köprüyü geçip bana gelir misin?" işte o anda artık bunu istemeyiverirsin, sorumu tekrarlasam öylece suskun kalırsın. o andan itibaren aramıza dağlar ve azgın nehirler girer, bizi ayıran ve birbirimize yabancılaştıran duvarlar bitiverir önümüzde ve bir araya gelmek istesek de artık yapamayız.
ama o küçücük köprüyü düşündügünde sözcüklere sıgmayacak kadar büyüyüverir gözünde; yutkunur ve şaşar kalırsın...


* kovalamaktan, aramaktan yorulduğumdan beri bulmayı öğrendim.


* en kof ceviz dahi kırılmak istiyor..


* yalan soyleyene karsi tetikte olmaktansa beni aldatmalarina izin veririm..


* yanlızlığına kaç dostum:görüyorumki her yanını ağılı sinekler sokmuş.sert sağlam bir havanaın estiği yere kaç!yalnızlığına kaç.


* evini ateşe veren öğle yemeğini de unutur ve bu yüzden bazen yemeğini küllerde arar insan..

LAZ VE MEGREL ATASÖZLERİ : LAZİ DO MEGRELİ NOZİTAPE

yollayan tutbenidüşmeden on Şubat 25, 2008

1.Xp. Naüo nena giçkin heüo üoçi re; mara nananena va giçkin-na çkar mutu va re!
1.Arş. Naüu nena gişkun hiüu üoçire; mara nananena va gişkun-na çkar mutu var ore
2.Xp. Ğormotis muk na-mekçu nenaten iôaramitare!
2.Arş. Ğormoti na-mekçu nenate isinapare!
3.Yul. Ğormotik na-mekçu nananena üoçik var gogandinapas!
3.Cul. Ğormoûik na-meçu nananena üoçis var gvandinen.
4.Xp. Nananena gondini-na, ti-ti gondineri giğun!
5.Xp. Nananena va goindinen!
6.Xp. Nena gurişi neüna ren!
6.Arş. Nena gurişi neüna on!
7.Xp. Néaş tude iri xolo Ğormotişi ren!
7.Arş. Méaşi tude iri xolo Ğormotişi on!
8.Xp. Guronis Ğormotik nuşvels!
8.Atn. Guronis Ğormoûik nuşvelams.
9.Xp. Var giçkin-na, nüitxi; oüitxu oncğoro va ren!
9.Arş. Var gişkun-na iöiûxi; oöiûxu oncğore var on!
10.Xp. İüitxi do giçkinas!
10.Arş. İöiûxi do gişkurûas!
11.Xp. Na-uçkink, ikoms; na-var uçkink, digurams!
11.Arş. Na-uşkun ikums; na-var uşkun digurams!
12. Xp. Çku pöarit, tkva iüitxomt; tkva nöarit do entepek iüitxan!
12. Arş. Şüun pöarit, tüva goliyonamt; tüva nöarit do hini goliyonan!
13. Xp. Gori do koâirom!
13. Arş. Gori do koâirare!
14. Xp. Onöaru giçkiûas do noşkeriten nöari!
14. Arş. Onöaru gişkurûas do noşüerite nöari!
15. Xp. Nana-skanis orom-na, xarüiş nanas mo ogor!
15. Arş. Nana-süani gauropen-na, xarüi nana mo ogoram!
16. Xp. Nosi şeni gza ar ren!
16. Arş. Nosişeni gza ar on!
17. Xp. Coxok üoçi var; üoçik coxo omskvanams!
17. Atn. Yoxok üoçi var, üoçik yoxo omsüvanams.
17. Arş. Yoxo üoçi var; üoçi yoxo omsüvanams!
18. Xp. Ar üoçis na ağoden mutxani, mteli üoçepes-ti ağoden!
19. Xp. Üoçi üoçi-şeni öami ren!
19. Arş. Üoçi üoçi-şeni öami on!
20. Xp. Üoçişi memşvelale xolo üoçi ren!
20. Arş. Üoçişi memşvelale xolo üoçi on!
21. Xp. Dido osinapu noşkeri ren!
21. Arş. Dido osinapu noşüeri on!
22. Xp. Öuûa osinapu okro ren!
22. Arş. Méika osinapu okro on!
23. Xp. Çkvaşi dulyas mo aüater!
24. Xp. Üianas nosi na-uğun üoçik, duyla-muşi xe-muşite vas!
25. Xp. Markvali-süani si geûaxi!
25. Arş. Makfali-süani si ceûaxi!
26. Xp. Xamik üoçi ilu, nenak vitoşi!
26. Arş. Xami üoçi ilu, nena vitoşi!
27. Xp. Üibiri nenaşi üila ren!
27. Arş. Üibri nenaşi nüola on!
28. Xp. arişen gamaoneri çxomis daçxurişen var aşkurinen!
28. Arş. warişe gamaoneri öxomi daçxurişe var aşkurinen!
29. Xp. Çxomi üudelişen var niöopen!
29. Arş. Çxomi üudelişe var niöopen!
30. Xp. Mençxome oncire-muşis va ğurun!
30. Arş. Mençxome oncire-muşi va ğurun!
31. Xp. Mençxomeşi oxorca: şira; para(geöareli) so âiras!
31. Arş. Mençxomeşi oxorza: şira; cenöareri so âiras
32. Xp. Loéa nenaten xoci-ti inövalen!
32. Atn. Loya nenate xoci-ti inövalen.
33. Xp. Loéa nena öami ren!
33. Arş. Loéa nena öami on!
34. Xp. Mûeri manebra(megabre) va iven!
34. Arş. Mûeri manebra(megabre) var iyen!
35. Xp. Mûeris mûeroba unon do manebras manebroba!
36. Xp. Markvalişen gamaxtimerik markvali skums!
36. Atn. Makvalişe gamalverik makvali msüums.
36. Arş. Makfalişa na-gamulun makfali skums!
37. Xp.Mgerişi mgeri iven; mtutişi mtuti!
37. Arş. Mcverişi mcveri iyen; mtutişi mtuti!
38. Xp. Ora-muşis ğura-ti üai ren!
38. Atn. Ora-muşis ğura-ti vorsi on.
38. Arş. Ora-muşi ğura-ti vrosi on!
39. Xp. Uça pucis-ti xçe mja uğun!
39. Atn. Uça pucis-ti kçe mjvalva uğun.
39. Arş. Uça puci-ti üçe mca uğun!
40. Xp. Oxorişi gza pucis-ti uçkin!
40. Arş. Oxorişi gza puci-ti uşkun!
41. Xp. Ôaûi üoçişi gyai coğorik-ti va imxorsya!
41. Arş. Ôeaûi üoçişi cari laöi-ti var imxos
42. Xp. Ar masariten ğoberi var ixvenen!
42. Atn. Ar môalute ğoberi var ixenen.
43. Xp. Ağani okosalek üai kosums!
43. Arş. Ağani okosale vrosi kosums!
44. Xp. Gzaten(gzaşen) na-uluns va dvaöüinden!
44. Arş. Gzaşe na-ulun var dvanöinen!
45. Xp. Didi çxvindi giğun-na-ti, üarta şuras mo aşur!
45. Arş. Didi çxindi giğun-na-ti, üarta şuras mo naşuram!
46. Xp. Üarta svas kimoloba var iven!
46. Arş. Üarta svas komoloba var iyen!
47. Xp. Ğuras bgara nomskums!
47. Arş. Ğura bgara nomskun!
48. Xp. Ğureli-şeni varna üai zoôonan do varna mutu var zoôonan!
48. Arş. Ğureri-şeni vana vrosi isinapaman do vana mutu var isinapaman!
49. Xp. Coğorik baba var içinoms!
49. Arş. Laöi baba var içinams!
50. Xp. Guruni do mskveri na-var içinoms üoçi muk ren guruni!
50. Arş. Guruni do mskveri na-var içinay üoçi guruni on
51. Xp. Üarta üoçi-üala arüaeli nenaten va iğarğalen!
52. Xp. Üoma na-yulun svas, daçxiri ren!
52. Arş. Üoma na-eyulun svas, daçxuri oren!
53. Xp. Mskibuk uare va mkumps!
53. Arş. Karmaûe uware va mkums!
54. Xp. Ubereli üoçi üitmiri(xezdimeri) iven!
54. Arş. Ubereli üoçi xezdimeri iyen!
55. Xp. Si dibadişi, mintxa doğuru!
55. Arş. Si dibadisi mitxa doğuru!
56. Xp. arişi üvanéa arişi gzas nûroxun!
57. Xp. Zuğas na-işolen möimaşen var aşkurinen!
57. Arş. mzuğa na-iğvaren möimaşe var aşkurinen!
58. Xp. Öuûa var ûaşi didi var iven!
58. Arş. Méika var orûasi dido var iyen!
59. Xp. Ar pukirik pukrinora(pukiroba) var ikoms!
59. Arş. Ar purkite purkinora var iyen!
60. Xp. Çkvaşi bergiten ona var ixaçken!
60. Arş. Çkvaşi bergite ona var ixaşken!
61. Xp. Didilepeşi nosi umosi didi ren!
62. Xp. Orak miti var çumers!
62. Arş. Ora miti var möeşums!
63. Xp. Üarta üvinçi obğe muşişa mulun!
64. Xp. Onçviru va giçkinşi, aris mu gorum?
64. Arş. omçiru va gişkun-na wari mu gorum?
65. Xp. ariş momaleri wüarik nimers!
65. Arş. Wari na-moğams wari mendiğams!
66. Meg. Üitxiri oncğore va ren va içkinda va üitxe, oncğore tina ren!
66. Arş. Oöiûxu oncğore var on, va gişkun do var iöiûxam-na oncğoren.
66. Xp. oüitxu oncgore va ren! var giçkin do var kitxi-na oncğoren
67. Xp. Xe xes ibons, jurikti ôici!
67. Arş. Xe xe inbos, curiti ôici!
67. Meg. Xe xes bonis do jur xolo ôici!
68. Xp. Coğori şini do biga/üeûi dikaçi!
68. Arş. Laöi goişini do biga/üeûi diüaçi!
68. Meg. Coğori koşine do üeûi xes kideüini!
69. Xp. Coğori coğorisi xoréi var imxors!
69. Arş. Laöi laöişi xorwi var imxors!
69.Meg. Coğori coğorisi xoréis va öüumuns!
70. Xp. ôaûi mtini üai méudis ucgins!
71. Meg. Boriaş moğalirs boria mideğans!
71. Arş. İxi na-moğams ixi mendiğams!
72. Xp. Var iguraşakis, kalamani-ti var gaöen!
72. Arş. Var digurasi, çabla-ti var gaöen!
73. Ark. Oxorcasuzi üoçi oniyalonisuzi pucis numgvas
73. Arş. Oxorzasuzi üoçi ûangalasuzi puci numgvas
74. Arş. Para(cenöareri) dido na-uğun termoni-ti uüatams
75. Arş. Çambre na-mobun-ti kanéaray, onéore mobun-ti kanéaray
76.Arş. Meşonaşa moyşori
77.Arş. Lu azin do ğoberi var azin
78.Arş. oroperişi medi kodoskudu beçari
79.Arş. orûaşa vrosi orûi doğura doğurare
80.Arş. nosi şuüa varonçi megiûxa üaybana

81. Arş. Xarüişe na-mulun tani, himu-ti ulun yani yani
82. Arş. Xarüişi néxeni na-cexedun ordo culun
83. Atn. Guri mogalu-na guri cari şüomi
84. Atn. Guri mogalu-na aûamba ewi do mbuli dorgi

1. Kaç tane dil biliyorsun, o kadar insansın; ama anadilini bilmiyorsan hiçbir şey değilsin!
2. Allah'ın sana verdiği dil ile konuşacaksın!
3. Allah'ın sana verdiği anadili, İnsan kaybettirmesin!
4. Anadilini unuttuysan kendini de unutmuşsun demektir.
5. Anadil unutulmaz.
6. Dil yüreğin kapısıdır.
7. Gökyüzünün altında her şey Allah'ın elindedir!
8. Allah, cesura yardım eder!
9. Bilmiyorsan, sor; sormak ayıp değil!
10. Sor ki bilesin!
11. Bilen yapar; bilmeyen öğrenir!
12. Biz yazdık, siz okuyorsunuz; siz yazın, onlar okusun!
13. Ara, bulursun!
14. Yazmayı bil de, kömür ile yaz!
15. Anneni seviyorsan, başkalarının annesine küfür etme!
16. Akıl için yol birdir!
17. İsim, adamı değil, adam ismi güzelleştirir!
18. Bir insana olan şey, herkese olur!
19. İnsan, insan için ilaçtır!
20. İnsanın yardımcısı yine insandır!
21. Çok konuşmak kömürdür!
22. Az konuşmak altındır!
23. Başkasının işine karışma!
24. Dünyada aklı olan insan, işini kendi yapsın!
25. Yumurtanı sen kır!
26. Bıçak bir adamı öldürdü, dil bin!
27. Diş, dilin kilididir!
28. Sudan çıkmış balık, ateşten korkmaz!
29. Balık, kuyruktan tutulmaz!
30. Balıkçı yatağında ölmez!
31. Balıkçının eşi: dul; parayı nereden bulsun!
32. Tatlı dille öküz de sağılır!
33. Tatlı dil ilaçtır!
34. Düşman dost olmaz!
35. Düşmana düşmanlık gerekir, dosta dostluk!
36. Yumurtadan çıkan, yumurta yumurtlar!
37. Kurdun kurdu olur; ayının ayısı!
38. Zamanında ölüm de iyidir!
39. Siyah ineğin de beyaz sütü olur!
40. Evin yolunu inek de bilir!
41. Kötü insanın yemeğini köpek de yemez!
42. Bir kazıkla çeper yapılmaz!
43. Yeni süpürge iyi süpürür!
44. Yolla giden yorulmaz!
45. Büyük burnun varsa da, her kokuyu koklama!
46. Her yerde erkeklik olmaz!
47. Ölüme ağlama yakışır!
48. Ölen için ya iyi söylerler ya da bir şey söylemezler!
49. Köpek, baba tanımaz!
50. Eşeği ve geyiği tanımayan insanın kendisi eşektir!
51. Her insanla aynı şekilde konuşulamaz!
52. Duman olan yerde ateş vardır!
53. Değirmen, susuz öğütmez!
54. Çocuksuz insan cimri olur!
55. Sen doğduğunda, biri öldü!
56. Su testisi su yolunda kırılır!
57. Denizde ıslanan, yağmurdan korkmaz!
58. Az olmayınca, çok olmaz!
59. Tek çiçek, ilkbaharı yapmaz!
60. Başkasının çapasıyla tarla ekilmez!
61. Büyüklerin aklı daha büyüktür!
62. Zaman, kimseyi beklemez!
63. Her kuş yuvasına döner!
64. Yüzmeyi bilmiyorsan, suda ne arıyorsun?
65. Suyun getirdiğini su götürür!
66. Bilmiyorsan sor, sormak ayıp değildir!
67. El eli yıkar her ikisi de yüzü!
68. İti an ve eline bir sopa/değnek al!
69. Köpek köpeğin etini yemez!
70. Kötü bir gerçek iyi bir yalan(a)dan iyidir(yeğdir)!
71. Rüzgârın getirdiğini rüzgâr götürür!
72. Öğrenmeden çarık da dikemezsin!
73. Kadınsız erkek, çıngırağı olmayan inek gibidir
74. Parası çok olan termona (içinde birçok malzemenin bulunduğu bir laz yemeği) da katar.
75. Taş dibek taşıyan da zorlanır, elek taşıyan da zorlanır
76. Umut etmektense etmemek daha iyidir.
77. Lahanayı görüyor da çiti görmüyor
78. Bir sevda uğruna bekar kaldı
79. Yaşarken iyi yaşa ölüp gideceksin
80. Akıl salatalık değil ki kırıp da vereyim
81. Elden gelen ayran o da gider yan yan(haydan gelen huya gider)
82. Elin atına binen tez iner
83. Darıldıysan ekmeğin içini ye (darılan biriyle dalga geçmek amacıyla söylenir)
84. Darıldıysan şeftaliyi söküp kiraz dik (darılan biriyle dalga geçmek amacıyla söylenir)

____________

Kaynakça: R.Şerozia ve O.Memişişi(Megruli da Lazuri Andazebi), Mecit Çakırusta(Lazuri Meyoçamepe Do Oxvamepe), Arzu Kal, Hasan Uzunhasanoğolu(Megrel-Laz Atasözleri,Mjora-Lazepeşi Nena , Sayı 1, kış 2000) - A.I.Aksamaz: (Dil-Tarih-Kültür�Gelenekleriyle LAZLAR)