Sonbahar: Bu Ülkenin Kendi Evlatlarına Hoyratlığı

yollayan tutbenidüşmeden on Aralık 24, 2008

Sonbahar: Bu Ülkenin Kendi Evlatlarına Hoyratlığı

Sadece 9 yıl önce yaşanan ama nedense hiç olmamış gibi davranılan, hayatı ellerinden alınan yüzlerce insan ve aileleri dışında anımsanmayan cezaevleri operasyonlarını zarifçe, dedim ya provoke etmeden anımsatan müthiş bir hafıza oyunu Sonbahar.

BİA Haber Merkezi - İstanbul

24 Aralık 2008, Çarşamba

1996’da Eskişehir’de öğrencilik hayatıma başlarken, bir isim duydum. Hicabi Küçük. Çömez bir öğrenci olarak kente gitmiştim, siyasetle alaka kurmaya çalışıyordum. Hicabi öyle girdi hayatıma. Hicabi’yi hiç görmedim. Benim okula başladığım eylülün yazında ölmüştü, ölüm orucunda… Hiç tanımadığım ama dostlarımın okul hayatında acı bir tat bırakmış bir kıymetli hatıraydı Hicabi…

Aradan yıllar geçti. Dünyanın çok uzak bir köşesinde, buralı, Anadolulu, çok güzel gülen bir kadınla tanıştım. 50 yaşlarına yaklaşmıştı, minyon, kocasına çok aşık, keyifli, müthiş bir kadındı. Bir tesadüfle tanıştık. Hem onunla, hem de kocasıyla. Başka bir yerde yaşamak zorunda kalan, hayatın keyfine ancak ellilerine yaklaşmışken varabilmeye başlamış bir devrimci kadın. Konuştukça, 1999’da ölüm orucu yapanlardan biri olduğunu öğrendim. O minicik kadın uzunca bir zaman çok daha minik kalmıştı ama belli ki yüzünden o hayatın bütün ağırlığını da taşıyan gülümsemesi hiç eksilmemişti. O kadın, hayatımın kıymetli parçalarından biri oldu. 1999’da, şimdilerde utanarak itiraf etsem de, bir izleyici olarak seyrettiğim cezaevi operasyonlarının tanıklarından ve mağdurlarından biriydi. Ondan aldığım her iyi haber bana son üç yıldır hep çok ama çok iyi geliyor. İyi ve mutlu olduklarını bilmek, yılda bir kere, iki kere karşılaşabilmek bile yüzümü çok ama çok güldürüyor…

Geçtiğimiz hafta Emek Sineması’nda Sonbahar’ı izlerken aklımda hiç tanıyamadığım Hicabi ve tanımaktan çok mutlu olduğum o müthiş gülen kadın vardı. Bu ülkenin kendi evlatlarına neler yaptığına, o akıl almaz hoyratlığa dertlenirken o güzel kadının o gülümsemesi için mutlu oldum, hiç tanışamadığım Hicabi içinse yeniden çok üzüldüm…

Bir müthiş hafıza oyunu

Özcan Alper’in ilk uzun metrajlı filmi Sonbahar. Bir ilk film için çıtayı yükselten, metaforları çok yerinde kullanan, anlattığı hikâyeye inanan, çok dürüst bir film. Müthiş ustalıklı bir görüntü yönetimi, insana bir yere sıkışmışlığı sakince anlatan, evden dışarıyı gösteren çerçeveler, iyi bir oyuncu yönetimi… Hikâyedeki mekân azlığından doğru görsel imkânları kısıtlı bir filmi, Karadeniz’in müthiş yeşili ve puslu havasıyla çok imkanlı bir hale getirebilmiş Özcan Alper. Özcan Alper bir ilk film için hem çok cesur hem de çok becerikli.

Ağır bir film “Sonbahar”, sert bir film. Bir şeyleri bir anda hissettiren, bunun için hiç demagojiye, ajitasyona kaçmayan ama yine de çok sert, çok ağır bir film.

10 yıl kaldığı cezaevinden sağlık sorunları nedeniyle tahliye edilen Yusuf’un annesinin yanına, Doğu Karadeniz’e ölmeye yatmaya gitmesinin hikâyesi Sonbahar. Fona dağılan Sovyetler Birliği’ni alan, Karadeniz’in eski sakinleri Ermenileri anan, Hemşince diye bir dilin varlığını anımsatan/ anlatan/ kanıtlayan, dağılan Sovyetler Birliğinin yarattığı korkunç kadın trafiğine ve seks işçiliğine dokunan ama en çok bu toprakların kayıp kuşaklarına selam duran bir film Sonbahar. O kayıp kuşakları tanıyamayan bizler için, genelinde müthiş bir balık hafızası örneği veren Türkiye toplumu için iyi bir hatırlatma. Bundan sadece 9 yıl önce yaşanan ama nedense hiç olmamış gibi davranılan, hayatı ellerinden alınan yüzlerce insan ve aileleri dışında anımsanmayan cezaevleri operasyonlarını zarifçe, dedim ya provoke etmeden anımsatan müthiş bir hafıza oyunu Sonbahar.

Hicabi ve çok güzel gülen bir kadın…

Bize anımsatıyor. Cezaevi operasyonlarında ve ölüm oruçlarında hayatını kaybeden, sakat kalan, hayatını artık eskisi gibi geçiremeyecek olan onlarca, yüzlerce kadının ve erkeğin sadece istatistik değil, birer insan olduklarını, hayatları, aileleri ve devamları olduğunu anımsatıyor.

Dedim ya bana Hicabi’yi ve o çok güzel gülen mutlu kadını anımsattı. İlle de birini tanımanız gerekmiyor, filmi izlediğinizde göreceksiniz ki o insanlar, kadınlar ve erkekler, sadece gazetelerde isimlerini gördüğünüz istatistikler değil, hepsi bir hikâye taşıyor heybesinde… 10 yıl geçse bile buralarda birileri o hikâyeleri ve o gidenleri unutmayacak, sanırım önemli olan o unutmayacak olan insanlarla bir uzaktan tanıdıklık geliştirebilmek… Gerisi lafı güzaf zaten…

Bu yıl genelde Türkiye sineması için, özelde politik sinema için bereketli bir yıl oldu. Özcan Alper bu bereketi taşıyanlardan biri, eline, emeğine, gözüne sağlık!

Gidersen Yıkılır Bu Kent

yollayan tutbenidüşmeden on Aralık 07, 2008

Gidersen Yıkılır Bu Kent

Gidersen yıkılır bu kent, kuşlar da gider
Bir nehir gibi susarım yüzünün deltasında
Yanlış adresteydik, kimsesizdik belki
Sarışın bir şaşkınlık olurdu bütün ışıklar
Biz mi yalnızdık, durmadan yağmur yağardı
Üşür müydük nar çiçekleri ürpeririken

Gidersen kim sular fesleğenleri
Kuşlar nereye sığınır akşam olunca

Sessizliği dinliyorum şimdi ve soluğunu
Sustuğun yerde birşeyler kırılıyor
Bekleyiş diyorum caddelere, dalıp gidiyorsun
Adını yazıyorum bütün otobüs duraklarına
Öpüştüğümüz her yer adınla anılıyor
Bir de seni ekliyorum susuşlarıma

Selamsız saygısız yürüyelim sokakları
Belki bizimle ışıklanır bütün varoşlar
Geriye mapushaneler kalır, paslı soğuklar
Adını bilmediğimiz doslar kalır yalnız
Yüreğimize alırız onları, ısıtırız
Gardiyan olamayız kendi ömrümüze her akşam

Gidersen kar yağar avuçlarıma
Bir ceylan sessizliği olur burada aşklar

Fiyakalı ışıklar yanıyor reklam panolarında
Durmadan çoğalıyor faili meçhul cinayetler
Ve ölü kuşlar satılıyor bütün çiçekçilerde
Menekşeler nergisler yerine kuş ölüleri
Bir su sesi bir fesleğen kokusu şimdi uzak
Yangınları anımsatıyor genç ölülere artık

Bulvar kahvelerinde arabesk bir duman
Sis ve intihar çöküyor bütün birahanelere
Bu kentin künyesi bellidir artık ve susuşun
İsyan olur milyon kere, hiç bilmez miyim
Sokul yanıma sen, ellerin sımsıcak kalsın
Devriyeler basıyor karartılmış evleri yine

Gidersen yıkılır bu kent kuşlar da ölür
Bir tufan olurum sustuğun her yerde

Ahmet Telli

SİZ AŞK NEDİR BİLMEZSİNİZ

yollayan tutbenidüşmeden on Aralık 06, 2008

şiihttp://www.yenra.com/quotations/charles-bukowski.jpg


SİZ AŞK NEDİR BİLMEZSİNİZ

Siz aşk nedir bilmezsiniz dedi Bukowski
Ben elli bir yaşındayım bir bakın bana
Genç bir güzele aşığım
Kötü saplandım bu işe ama O'nun da hali kötü
Fakat olacaksa böyle olsun
Kanlarına giriyorum onların ve kurtulamıyorlar benden
Herşeyi deniyorlar kaçmak için
Ama sonunda hep geri dönüyorlar
Hepsi geri dönmüştür bana
Ama gördüğüm bir tanesi dışında
Ağlamıştım ardından
Ama kolay ağlardım o zamanlar
Çocuklar sert içkileri yaklaştırmayın yanıma
Acımasız oluyorum o zaman
Burada oturuyor bütün gece
Bira içebilirim siz hippilerle birlikte
Bu biradan on beş litre içerim ve
Bana mısın demem, su gibi gelir bana
Ama bir defa koklatın sert içkileri
Pencereden dışarı atmaya başlarım insanları
Kim olursa olsun fırlatırım dışarı
Bunu yaptım daha önce
Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
Bilmezsiniz çünkü hiç aşık olmamışsınızdır
İşte iş bu kadar basit
Genç bir fıstık buldum şimdi, öyle güzel ki..
Bukowski diyor bana, Bukowski diyor o minicik sesiyle
Bense ne var diyorum
Ama aşk nedir bilmezsiniz siz
Size ne olduğunu anlatıyorum ama dinlemiyorsunuz
Aşk buraya kadar gelip kıçınızı dürtse
Bu odada içinizden birinin ruhu duymaz
Şiir okuma toplantılarının boktan bişey olduğunu düşünürdüm
Bana bak ben elli bir yaşındayım ve çok dolaştım
Boktan diyorsam öyledir
Ama sonra dedim ki kendime Bukowski
Aç kalmak daha boktan
Sonuçta işte buradasın ve hiçbirşey olması gerektiği gibi değil
O adam neydi adı Galway Kimel
Bir dergide resmini gördüm
Yakışıklı bir suratı var ama öğretmen
Tanrım düşünebiliyor musunuz
Eyvah sizler de öğretmensiniz
Size de küfrediyor oluyorum o zaman
Hayır o adamın adını hiç duymadım
Ne de ötekinin, hepsi birer asalak
Belki egom yüzünden artık çok fazla okumuyorum
Ama, şu ünlerini beş altı kitap üstüne
Kuran insanlar var ya,
Hepsi birer asalak
Bukowski diyor bana bu kız
Niçin klasik müzik dinliyorsun bütün gün
Sizi şaşırttım değil mi
Benim gibi kaba ayyaş birisinin
Klasik müzik dinleyeceğini düşünmezdiniz
Brahms, Rachmaninoff, Bartok, Tdeman
Kahretsin burada yazamıyorum
Çok fazla sessiz, çok sayıda ağaç var burada
Şehirleri severim, en uygun yerler benim için
Her sabah koyarım klasik müziğimi
Ve oturup yazı makinemin başına
Bir puro içerim bakın işte böyle
Ve Bukowski derim sen şanslı bir adamsın
Bukowski bu belaların hepsini atlattın
Ve sen şanslı bir adamsın
Ve mavi duman yayılır masamın üstüne
Ve pencereden dışarı Delengpre Caddesi'ne bakarım
Ve derin nefes alır ve yazmaya başlarım
Bukowski işte yaşam budur derim kendi kendime
Yoksul olmak iyidir, basur olmak iyidir, aşık olmak iyidir
Ama siz nasıl birşey olduğunu bilmezsiniz
Sevgilimi görseydiniz ne dediğimi anlardınız
Buraya gelince baştan çıkacağımı düşündüm
Tam böyle olacağını bildi, böyle olacağını bana söylemişti
Allah kahretsin ben elli bir yaşındayım o ise yirmi beşinde
Birbirimize aşığız ve o beni kıskanıyor, Tanrım bu güzel birşey
Buraya gelip baştan çıkarsam, gözlerimi oyacağını söylemişti
Alın işte aşk sizlere
İçinizden hangisi bilir böyle birşeyi
Sizlere birşey söylemeliyim
Öyle adamlarla tanıştım ki hapishanede
Üniversitelere ve şair toplantılarına giden
İnsanlardan çok daha fazla yol-yordam bilen insanlardı
Kan emicidirler onlar, bütün görmek istedikleri
Şairin çorapları kirli midir acaba ya da koltukaltları kokuyo mudur
Ama sizden şunu hatırlamanızı istiyorum
Bu odada yalnız bir tane şair var bu gece
BELKİ DE BU ÜLKEDE YALNIZ BİR TANE ŞAİR VAR BU GECE
O DA BENİM
İçinizden kim biliyor yaşamı, içinizden kim biliyor herhangi birşeyi
Hangi biriniz hayatında işinden kovuldu?
Ya da sevgilisine dayak attı ya da sevgilisinden dayak yedi
Beş defa kovuldum ben Senis and Rocbuck'tan
Kovmuşlar, tekrar kovmuşlardı beni
Otuzbeş yaşındayken tezgahtarlık yapıyordum onlara
Sonra kurabiye çalarken yakalandım
Ben nasıl olduğunu bilirim çünkü ONLARDAN GELİYORUM
Elli bir yaşındayım ve aşığım
Şu gencecik güzel şey diyor ki bana: Bukowski
Ve ne var diyorum, O ise
Sen pisliğin tekisin diyor bana
Ve bebeğim beni anlıyorsun diyorum
Bu dünyadaki tek güzel şey O
Kadın ya da erkek bu tür hareketine katlanacağım tek kimse
Ama siz aşk nedir bilmezsiniz
Hepsi geri döner bana sonunda, her biri geri döner
Yalnız o sözünü ettiğim bir tanesi,
Hani o sözünü ettiğim bir tanesi
Yedi yıl birlikte yaşamıştık, çok içerdik
Bir avuç memur görüyorum ben bu odada
Şair filan yok aranızda, hiç şaşırmadım bu işe
Şiir yazmak için aşık olmak gerekirdi
Ve siz aşık olmak nedir bilmiyorsunuz ki
Sizin derdiniz bu!
Şu ağır içkiden verin biraz bana
Tamam buz istemem güzel
Güzel işte çok güzel böyle
Haydi bakalım gösteriye başlayalım
Ne dediğimi hatırlıyorum
Ama bir tek atacağım yalnızca
Ne de güzel tadı var şu meretin
Haydi uzatmadan bitirelim bu işi
Yalnız bundan sonra kimse durmasın
Açık pencerenin yanında


CHARLES BUKOWSKİ