Newroz ve şiir

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 21, 2009






Bugün 21 Mart. Doğanın canlandığı,üzerinden ölü toprağını atmaya başladığı gün.Bugün doğa için güzel günlerin başlangıcı ne dersiniz baharla beraber insanlık için de sömürüsüz,savaşsız,eşit,özgür ve kardeşçe yaşanan günlerin başlangıcıdır... Kim bilir ?

Bu gün,aynı zamanda "Dünya Şiir Günü".

Nevruz'u Dünya Şiir Günü'ne yaraşır şekilde şiirle kutlamak istedim ve tabiki büyük usta Nazım'la...

İnsan en çok baharda yaşadığını hisseder.Bakın Nazım Usta "Yaşamaya Dair" neler öğütlüyor:

Nevruz ,bahar bayramı ve Dünya Şiir Günü kutlu olsun.

YAŞAMAYA DAİR (1-2-3)
1

Yaşamak şakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yaşayacaksın
bir sincap gibi mesela,
yani, yaşamanın dışında ve ötesinde hiçbir şey beklemeden,
yani bütün işin gücün yaşamak olacak.

Yaşamayı ciddiye alacaksın,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kolların bağlı arkadan, sırtın duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleğinle bir laboratuarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmediğin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamışken,
hem de en güzel en gerçek şeyin
yaşamak olduğunu bildiğin halde.

Yani, öylesine ciddiye alacaksın ki yaşamayı,
yetmişinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalır diye değil,
ölmekten korktuğun halde ölüme inanmadığın için,
yaşamak yanı ağır bastığından.

1947

2

Diyelim ki, ağır ameliyatlık hastayız,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün değilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de güleceğiz anlatılan Bektaşi fıkrasına,
hava yağmurlu mu, diye bakacağız pencereden,
yahut da sabırsızlıkla bekleyeceğiz
en son ajans haberlerini.

Diyelim ki, dövüşülmeye değer bir şeyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanıp ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hınçla bileceğiz bunu,
fakat yine de çıldırasıya merak edeceğiz
belki yıllarca sürecek olan savaşın sonunu.

Diyelim ki hapisteyiz,
yaşımız da elliye yakın,
daha da on sekiz sene olsun açılmasına demir kapının.
Yine de dışarıyla birlikte yaşayacağız,
insanları, hayvanları, kavgası ve rüzgarıyla
yani, duvarın ardındaki dışarıyla.

Yani, nasıl ve nerede olursak olalım
hiç ölünmeyecekmiş gibi yaşanacak...

1948

3

Bu dünya soğuyacak,
yıldızların arasında bir yıldız,
hem de en ufacıklarından,
mavi kadifede bir yaldız zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamız.

Bu dünya soğuyacak günün birinde,
hatta bir buz yığını
yahut ölü bir bulut gibi de değil,
boş bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlıkta uçsuz bucaksız.

Şimdiden çekilecek acısı bunun,
duyulacak mahzunluğu şimdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
'Yaşadım' diyebilmen için...

1948

NAZIM HİKMET

Şarküteri

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 10, 2009

http://infolab.stanford.edu/~prasanna/dmc/collapse/delicatessen.jpg

Post apokaliptik bir dünyada, yemek o kadar az bulunur bir şeydir ki, bazıları tuhaf yemek alışkanlıkları geliştirmiştir. Eski bir palyaço, şarküteriye iş başvurusunda bulunur ve dükkan sahibinin kızına aşık olur. Oysa aynı zamanda genç adamın ev sahibi de olan babanın, genç aşıkla ilgili başka planları vardır. Hiç de hoş olmayan planlar.Genç kız babasının planlarına engel olmak için İsyancılar denilen bir grupla bağlantı kurar. Oysa bu sonuncular, göründüklerinden daha tehlikelidirler. Şarküteri, şimdiden kült film mertebesine erişmiş ve Jeunet ile Caro’yu bütün dünyada ünlü yapmış bir film. Delicesine komik ve dahice tasarlanmış dekorları, akıcı kurgusuyla, çizgi roman estetiği ile açıkça bir başyapıt. Tavsiye ediyorum oldukça eğlenceli ve kaliteli bir film.

OĞULLARI ÖLEN ANALARA TÜRKÜ

yollayan tutbenidüşmeden on Mart 08, 2009

OĞULLARI ÖLEN ANALARA TÜRKÜ

Onlar ölmediler yok,
Ateş fitiller gibi:
Dimdik ayakta,
Barut ortasındalar!

Karıştı, bakır tenli
Çayır çimene
Karıştı
O canım hayalleri:
Zırhlı bir rüzgar
Perdesi gibi;
Bir set gibi:
Kızgın çehreli
Göğüs gibi:
Göğün görünmez göğsü gibi!

Analar, onlar ayakta
Buğday içindeler, onlar
Yücelerden yüce dururlar:
Dünyayı doruktan seyreden
Bir öğle güneşi gibi
Bir çan darbeleri gibi
Onlar
Ölmüş gövdeler arasında
Zaferi çekiçleyen bir ses gibi
Onlar,
Kara bir ses gibi.
Onlar,
Kara bir ses gibi.
Ey canevinden vurulmuş
Toz duman olmuş bacılar!
İnanın oğullarınıza
Kök oldu onlar
Sade kök:
Kan suratlı
Taşlar altında.
Karışmadı toprağa
Dağılmış kemikçileri
Ağızları ısırır hala
Kuru barutu
Ve demir bir okyanus gibi
Titreşirler hala
Ben ölmedim der
Yumrukları;
Yukarı kalkık yumrukları
Daha
Bunca yere düşmüşlerden
Yenilmez bir hayat doğar
Bir tek beden olur
Analar, bayraklar, çocuklar
Hayat gibi canlı tek bir beden;
Bir yüz bekler karanlıkları
Ölü gözleriyle
Kılıcı dopdolu
Dünya ümitlerinden.

Dursun,

Dursun yas esvaplarınız
Yığın derleyin
Gözyaşlarınızı;
Bir metal oluncaya kadar:
Bununla vuracağız
Gündüz gece
Bununla tüküreceğiz
Gündüz gece
Kin kapılarını
Kırıncaya kadar.

Oğullarınızı bilirdim
Unutmadım acılarınızı
Ölümleriyle nasıl kıvandıysam
Hayatlarıyla da öyleyimdir
Onların gülüşleridir:
Karanlık atölyeleri ışıtan
Her gün metroda, yanıbaşımda:
Onların ayak sesleridir,
Çın çın.
Akdeniz portakallarında
Güney ağları içinde
Yapılarda
Basımevi mürekkeplerinde;
Kalplerini tutuşur gördüm onların
Güçle, yangınla.

Ben de sizler gibiyim, analar
Benim kalbim de yas dolu, ölüm dolu
Gülüşlerinizi öldüren kanla
Serpilip gelişmiş;
Bir orman gibidir kalbim
Günlerin kahredici yalnızlığı
Uyanışın sisli öfkeleri
Girmiştir içine.

Susamış sırtlanları
Bitip tükenmez ürmeleriyle
Afrikadan gürleyen hayvan sesini;
Öfkeyi, iniltileri, hoşgörmeleri,
Bırakın, bir yana bırakın
Ölümün ve tasanın
Çemberinden geçmiş analar
Doğan ulu günün ortasına bakın:
Bu topraktan güler ölüleriniz.
Kalkık yumrukları titrer
Buğdayın üstünde
Bilesiniz.

PABLO NERUDA