Hiçbir Şeyin Şarkısı

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 28, 2009

Hiçbir Şeyin Şarkısı

Bir sokağın ortasında yatıyor, yoldaşları kenti altüst ediyor, Carlo kalkıyor hesap soruyor, güneş güneş yine doğuyor, sabah oluyor sabah oluyor!

Şimdi bayrak üstünde salınyor, bize miti değil fikri yetiyor, Mahir kalkıyor hesap soruyor, güneş güneş yine doğuyor, sabah oluyor sabah oluyor!

Bir kimsesiz mezarında yatıyor, katilleri şimdi resim yapıyor, Veysel kalkıyor hesap soruyor, güneş güneş yine doğuyor, sabah oluyor sabah oluyor!

Bir kaldırım ortasında yatıyor, yarasından yalanınız sızıyor, Hrant kalkıyor hesap soruyor, güneş güneş yine doğuyor, sabah oluyor sabah oluyor!

Hürriyet ve adalet aranıyor, onlar kanun, biz tarihi yazıyor, halklar kalkıyor hesap soruyor, güneş güneş yine doğuyor, sabah oluyor sabah oluyor!

Söz: Bandista
Müzik: İkinci Dünya Savaşı Kızıl Ordu ezgisi+Ines, Boikot.

http://www.tayfabandista.org/

Asimilasyona Çarpıcı Bir Ayna: İki Dil Bir Bavul

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 20, 2009

Asimilasyona Çarpıcı Bir Ayna: İki Dil Bir Bavul

ikidilbirbavul.jpg

Her karesinde büyük emekler verildiği okunan ‘İki Dil Bir Bavul’ Başbakan Erdoğan’ın Almanya gezisi sırasında söylediği ‘Asimilasyon insanlık suçudur’ gerçeğinin bu topraklarda hangi ölçeklerle uygulandığını da kanıtlıyor bir anlamda. Filmin Altın Koza Ulusal Uzun Metraj yarışma bölümüne alınmış olması da festivalin bir tabusunu yıkıyor. Öyle ki uzun metraj yarışmasına belgesel ya da kurmaca yapımlar alınmıyor.

Alternatif ya da kolektif sinemanın önemli bir merhaleye geldiği Türkiye’de, genç ve gelecek vaat eden isimlerin başarılı yapımlara imza atması, toplumsal sinema adına büyük umutlar yaratıyor. Kürtler üzerindeki asimilasyonun ilkokul sıralarındaki tohum halinin mercek altına alındığı “İki Dil Bir Bavul” filmi, bu “insanlık suçu”nu tüm boyutlarıyla hafızalara kazıyor. Geçtiğimiz yıl Altın Koza Film Festivali’nde ödül alan “Sonbahar” filminin yönetmeni Özcan Alper, “Hepimiz Yılmaz Güney’in paltosunun altından çıktık” demişti. Evet, Güney’in paltosunun altından çıkanların sinemaya önemli bir bereket kazandırdığı ve önemli yapımlara imza attığı bir yılın ardından bu yıl da ‘paltoyu’ üzerinde tutanlara yenileri ekleniyor. Bunlardan ilki “İki Dil Bir Bavul” filminin yönetmenleri Orhan Eskiköy ve Murat Özgür Doğan oldu. Kurmaca mı, belgesel mi? Yoksa uzun metraj sinema filmi mi olduğu tartışmaları devam ededursun, ‘İki Dil Bir Bavul’ Türkiye’de Kürtlerin yaşadığı asimilasyonu beyaz perdede masaya yatırıyor. Bunu yaparken objektiflik çıtasını aynı noktada sürdüren yönetmenler, şapka çıkarılacak bir yapıma imza atıyor.

Üniversiteyi bitirir bitirmez doğunun ücra bir köyüne öğretmen olarak atanan genç bir öğretmenin ilk öğretmenlik deneyimlerini ve Türkçe bilmeyen Kürt çocuklarının ilkokul sıralarında asimilasyon canavarının kollarında ilerleyişini çarpıcı şekilde işleyen film, kullandığı dilin yalınlığı, günlük yaşama hiçbir şekilde müdahale edilmeden çekilen görüntüleri ve politik kaygılardan uzak bir objektife sahip olması sayesinde son derece tutarlı bir yol tutturuyor.

Oyuncu kadrosunun tamamı amatör olan film, öğretmen Emre Aydın’ın öyküsü itibariyle Ferit Edgü’nün onca ödül almış ‘O/ Hakkari’de Bir Mevsim’ isimli harikulade kitabını hatırlatıyor. Zira hiç bilmediği, elektrik ve suyu durmadan kesilen ve günlerce gelmeyen, kış koşullarının sabır taşını çatlattığı ve yalnızlık duygusunun çaresizliğe döndüğü bir uzak diyara atanan öğretmen Emre, hayata dair tüm ezberlerini unutmak zorunda kalır. Yalnız başına bu köyde çocuklara eğitim öğretim vermeyi, dahası Türkçe öğretmeyi müfredat gereği uygulamaya gelen Emre öğretmen, bir dil öğretirken bir diğer dili unutturmaya çalıştığının farkında değildir. Eğitim sistemindeki asimilasyon ruhunu eril bir zorunlulukla küçücük bedenlere giydirmeye çalışan genç öğretmen, bu idealist tutumu karşısında Zülküf ve Rojda’nın ironik tutumlarıyla karşılaşır. Görüntü ve ses konusunda son derece doğal bir yöntem izleyen Eskiköy ve Doğan ikilisi, ışık tuttukları bu Kürt köyündeki orijinal yaşamın renklerini olduğu gibi izleyicinin karşısına taşımalarıyla izleyiciye alışılmışın dışında hoş bir belgesel tadı yaşatıyor. Yönetmenler, öğretmen karakterini gerçekten öğretmenlik yapan Emre Aydın’a, öğrencilerin tamamını da yine Aydın’ın kendi öğrencilerinden seçmesi sayesinde ortaya sinema adına mutluluk veren başarılı bir yapım çıkarıyor. Küçük bütçeyle büyük yapımlara da imza atılabileceğini de kanıtlayan iki yönetmenin çekimler sırasında doğal ayrıntılara kamerayı eğmesi de filmin güncel tutarlı olmasını sağlıyor.

Filmi izleyen hemen her Kürdün kendi çocukluğunu bulduğu ve hepimizin aslında kültür ve dil asimilasyonuna nasıl bedeller ödediğimizi sinema büyüsüyle konuşturan filmde, dikkat çeken önemli noktalardan biri ise ’suyun akıp yatağını bulması’. Öyle ki öğretmen yeni bir dili öğretmek için ana dili unutturma mecburiyetiyle çırpınsa da, Zülküf, Rojda ve diğerleri okulun kapısından çıktıkları andan itibaren kendi Kürdi siluetlerine geri dönerler. Her karesinde büyük emekler verildiği okunan ‘İki Dil Bir Bavul’ Başbakan Erdoğan’ın Almanya gezisi sırasında söylediği ‘Asimilasyon insanlık suçudur’ gerçeğinin bu topraklarda hangi ölçeklerle uygulandığını da kanıtlıyor bir anlamda. Filmin Altın Koza Ulusal Uzun Metraj yarışma bölümüne alınmış olması da festivalin bir tabusunu yıkıyor. Öyle ki uzun metraj yarışmasına belgesel ya da kurmaca yapımlar alınmıyor. Ancak ikilinin başarı grafiği filmi klasik belgesel görünümden kurtarıyor. Uzun metraj, belgesel, kurmaca ilkelerinin tümünden yararlanan ama hepsini aşan bu film son 10 yılda Türkiye’de çekilmiş sayılı yapım arasındaki yerini alıyor. Ve de Yılmaz Güney’in paltosunun altından çıkmaya devam edenlerin bu ülkenin yakın geçmiş siyasi tarihini aydınlatmaya devam edecekleri mesajı veriyor.




Filmin Künyesi: İki Dil Bir Bavul
Yapım ve Yönetim: Orhan Eskiköy, Özgür Doğan
Senaryo: Orhan Eskiköy
Süre: 81 dakika

ismailsterk@gmail.com

İsmail Yıldız

Brazilya

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 16, 2009

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/thumb/a/ad/Brazil_film_posteri_1.jpg/410px-Brazil_film_posteri_1.jpg
Brazil, kurmaca bir zaman ve mekanda geçen kara komedi türünde bir Terry Gilliam filmidir. İlk olarak 20 Şubat 1985'te Fransa'da yayımlandı. Senaryo yazarları Terry Gilliam, Charles McKeown ve Tom Stoppard'dır. Jonathan Pryce, Robert De Niro, Kim Greist, Michael Palin, Katherine Helmond, Bob Hoskins ve Ian Holm filmde rol alan başlıca aktör ve aktrislerdir. Filmin tema parçası 1939 yılına ait Aquarela do Brasil adlı müzik parçasıdır. Gilliam, filmde yer alan kurgusal totaliter hükümeti, yarattığı baskıyı, günlük hayata adam akıllı girmiş ve kanıksanmış olan terörü kurgularken bu parçadan esinlenmiştir. Jack Mathews filmi, " Gilliam'ın, yaşamı boyunca kendisini deliye çeviren bürokratik, hantallaşmış endüstriyel dünyaya karşı bir taşlaması " olarak tanımlamıştır.[1] Kimilerince ince mizah anlayışının en iyi örnekleri, kimilerine göre ise tam bir saçmalık olan (ilk yoruma katılanlar ezici çoğunlukta) Monty Python filmlerinde yetişen Terry Gilliam'ın bu ekipten ayrılarak yalnız çalıştığı dönemin en iyi ürünü karşınızda. Muazzam derecede yaratıcı ve etkileyici görselliğiyle farklı bir seyir zevki sunan "Brazil", devlet yönetiminin tam bir kâbusa dönüştüğü, bürokrasinin insanlığı tehdit ettiği bir dünya tasvir ediyor. Bilgi bakanlığında memur olarak çalışan Sam, yaşantısından o kadar bunalmıştır ki, tek sığınacak yer düşleridir artık. Kuşlar kadar özgür olduğu, çekici kadınların da yer aldığı bu hayallerin yetmediği noktada, yani gerçek hayatta ise en büyük eğlencesi arkadaşlarıyla, otoriteden gizli gizli eski dizileri seyretmektir. Ortam öyle bir hal almıştır ki, tamirat yapmak bile yasaktır. Bu yüzden tamirci Harry (De Niro) bile işini kimselere çaktırmadan gizlice yapmak zorundadır. Bu durum giderek Sam'in dengesini bozacak, hayalleriyle gerçekler birbirine girerken, hayatı da parçalanmaya başlayacaktır. Endüstrileşme, terör, devlet otoritesi, bürokrasi ve aşk üzerine bilimkurgusal, fantastik bir kara komedi diyebileceğimiz "Brazil", aslında George Onvell'in "1984"ünden esinlenen, bu arada Kafka'ya da selam yollayan bir yapıt. Çekimler sürerken geçici olarak "1984 Buçuk" diye adlandırılması da bundan. Öte yandan "1984" ne kadar kasvetli ve karanlıksa, "Brazil" o denli renkli ve gösterişli bir film. Universal şirketi yöneticileriyle epeyce cebelleşen, hatta film çekimlerinin sonuna doğru stresten geçici olarak yürüme yeteneğini kaybeden Gilliam, film eleştirmenleri için gizlice düzenlediği özel gösterim sayesinde film şirketini ikna edebilmiş. Los Angeles'lı eleştirmenler "Brazil'i 1985'in en iyi filmi seçince, stüdyo 40 dakikalık kesilmiş versiyondan vazgeçmiş. Bu özel gösterim olmasa film Amerika'da ticari gösterime bile giremeyecekti belki de.

BiLDiRGE !

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 13, 2009

YENİ AFRİKA BAĞIMSIZLIK HAREKETİ BİLDİRİSİ

Bir taş at.
Bir taş daha at.
Bir şiir ateşle.
Bir yumruk yükselt.
Sesini yükselt.
BİR ÇOCUK YETİŞTİR.
Bir maske tak.
Duvara bir slogan yaz.
Şehitleri an.
Bir hayal kur.
BİR BARİKAT KUR.
Tarihine sahip çık.
Sokaklara sahip çık.
Bir slogan at.
Bir kurşun at.
Bir tohum ek.
Bir ateş yak.
Bir cam kır.
TERLE.
Sahte belge düzenle.
Bir bildiri bastır.
Bir kanun kaçağını barındır.
Bir yara sar.
Bir dosta sevgi göster.
SİLAHINI TEMİZLE.
Hakikati söyle.
Bir miting düzenle.
Arkanı kolla.
Gökyüzüne bak.
İZ BIRAKMA.
İşçilerden öğren.
Bir yoldaşa öğret.
Bir hücreyi ziyaret et.
BİR SAVAŞ ESİRİNİ KURTAR.
FBI’ın gizli dosyalarını çal.
Kendi kalbini çal.
Parolayı aklında tut.
Bir aynasızı silahlandır.
Bir füzeyi çalışmaz hale getir.
Bir fıkra anlat.
Bir plan yap.
Bir ümit ışığı gör.
İsmini değiştir.
Bir teoriyi test et.
Bir dogmaya meydan oku.
Korkunu kullan.
Bir damla gözyaşı akıt.
HARİTAYI İNCELE.
Hainlerle hesaplaş.
Ağırlığını hakkıyla taşı.
Biraz daha ağırlık kazan.
Sevmek için mücadele et.
SEVDİĞİNİ BİR DAHA SÖYLE.
Sınırı aş.

El Hac Malik el-Şahbaz
Malcolm X







1975 yılında Diyarbakır’da doğan Mehmet Atlı ilk ve ortaöğrenimini Diyarbakır ve Ankara’da tamamladı. Ergani kökenli ve on çocuklu bir ailenin altıncı çocuğudur. Ergani, Diyarbakır ve Elazığ-Maden kültürünün özelliklerini bir arada barındıran ve Kurmanci, Zazaki ve Türkçenin konuşulduğu bir yöredir. Atlı, bu dillerin konuşulduğu bir aile ortamında ve Diyarbakır’ın Bağlar semtinde Çüngüşlü Türkmen, Balkan ya da Kafkas göçmeni Türk; Mardinli, Batmanlı Arap, Zazaca ve Kurmanci konuşan Kürt ailelerle alevi demiryolcu ailelerin bulunduğu çok kültürlü bir mahallede yetişmesini şans olarak değerlendirmektedir.

Çocukluk yıllarından itibaren müziğe, enstrümanlara, mahalle düğünlerine ilgi duydu. Abilerinin yardımıyla değişik müzik türleriyle tanıştı; bağlama, mandolin ve org çalmaya başladı.

Amatör okul gruplarında bağlama çalarak başladığı müzik hayatını, 1993 yılında üniversite sınavını kazanarak mimarlık eğitimi almak üzere gittiği İstanbul’da Koma Denge Azadi ile profesyonel olarak sürdürdü. Grubun 1994’te yaşadığı dönüşüm sonucu oluşan yeni kadrosunda, besteci, şarkı sözü yazarı ve solist olarak yer aldı. Aynı süreçte gitar çalmaya başladı. Kısa süreli bir solfej ve armoni eğitimi dışında akademik müzik eğitimi almadı.

1994-1999 yılları arasında grubun yurtiçinde ve yurtdışında sahne aldığı pek çok programda ve konserde bulundu. Koma Dengé Azadi’nin 1995 tarihli “Welaté min” ve 1998 tarihli “Fedi” adlı albümlerinin kayıtlarında yer aldı. Grubun, sevilen “No Çi Halo” “Fedi” “Mihemedo” “Megri”” Dile Xemgin” “Ez te baş nas dikim” “Bejné” gibi pek çok şarkısına besteci ve söz yazarı olarak imza attı.

Sanatçı bu albümlerde arkadaşlarıyla birlikte Kürt Müziğinin geleneksel kaynakları ile ilişki kurmaya çalışarak halk şarkılarının batı enstrümanları ile icra edilmesi ve bu eserlerin çokseslendirilmesi, şarkıların orijinal dokularından beslenen varyantlarla zenginleştirilmesi konularında çalışmalar yaptı. Öte yandan, modern Kürt şiirinin seçkin örneklerini besteleme uğraşına girişti. Fedi, Mihemedo, Keçikek ve Megri gibi şarkılar bu çabanın ürünleridir. Bir yandan da şarkı sözleri yazmaya başlayan müzisyen, giriştiği, Kurmanci ve Zazaca olarak güncel bir şarkı sözü dili yakalama uğraşını bugün de sürdürmektedir.

1997 ile 2000 yılları arasında Koma Dengé Azadi ile çalışmaları sürerken bir yandan da Ferda Ereren yönetiminde, Marmara Üniversitesi Konservatuar Bölümü öğrencilerinden oluşan “Üç Deniz Topluluğu” nda Çoksesli Anadolu Müziği çalışmalarına enstrümanist olarak katıldı.

Koma Dengé Azadi’nin 1999’daki dağılışının ardından üniversite eğitimini tamamlayarak Diyarbakır’a yerleşti ve mimarlık ofislerinde mimar olarak çalışmaya başladı. Bu dönemde müzik çalışmalarını solo olarak sürdüren sanatçı album hazırlıklarına da Diyarbakır’da başladı. Diyarbakır’da yaklaşık iki yıl süreyle kaval sanatçısı İrşad İpekle birlikte Kebikeç Kültür Merkezi’nde düzenli olarak akustik dinletiler verdi.

2003 yılında Yıldız Teknik Üniversitesi’nde Mimarlık Tarihi ve Kuramı alanında master yapmak üzere tekrar İstanbul’un yolunu tutu. Bu alandaki akademik çabası hala sürmektedir.

Aynı yıl Metin-Kemal Kahraman, Serdar Keskin gibi müzisyenlerle birlikte Lizge Müzik Atölyesi’nde yer aldı. Fedi’nin kayıtlarından beri beraber çalıştığı müzisyen Sinan Zarakolu ve Serdar Keskinle ve atölyenin diğer emekçileriyle birlikte hazırladığı ilk solo albümü “Jahr: Stranen Be Zeman u Be Ziman” adıyla ve Lizge Müzik etiketiyle 2003 yılında yayınlandı.

Jahr’da, gitarı merkeze alan bir düzenleme anlayışı ile söz ve müzikleri çoğunlukla kendisine ait olan ve günlük hayatta konuşulan Kürtçenin olanakları ile kentli bireyin sorunlarına yaklaşmayı deneyen pop şarkıların yanı sıra, modern Kürt şiirinin etkili kalemlerinden Arjen Ari’nin şiirlerine yaptığı besteler yer aldı. Geleneksel müziğin birikimi üzerine inşa etmeye çalıştığı yenilikçi şarkılarda, batı müziğinin değişik formları ile de ilişki kuran ve büsbütün belli bir tarza yaslanmamayı tercih eden sanatçının, zengin melodileriyle dikkat çeken ilk solo denemesi Jahr, geniş bir genç dinleyici kitlesi tarafından sevildi.

Mehmet Atlı, şarkı formundaki bu çalışmalarının dışında 1998 yılında yönetmenliğini M. Hakan Demiralay ve İsmail Sancak’ın yaptığı “ Hayalet” adlı belgeselin ve 2004 yılında Seyri Mesel Tiyatrosunun Erdal Ceviz’in yönetmenliğinde sahnelediği “Mesela Ne Kadar Uzax?” adlı oyununun müziklerini yaptı. Şarkılarından “No Çı Halo” ABD’de Zaza kültürü üzerine yapılan bir belgeselde, “Wey Gidi” ise Kürt göçmenleri konu edinen bir Alman filminde kullanıldı. Son olarak, Mezopotamya Kültür Merkezi oyuncularının, Apo Kaya’nın yönetmenliğinde sahnelediği ve kadının evrensel sorunlarını görsel malzemeye ve dansa dayalı bir performansla tartışan “Be Zeman u Be Ziman” adlı oyuna; yine MKM oyuncularından Kemal Orgun’un yazıp oynadığı “Nobedaré Deriyé Cinneté” adlı tek kişilik oyuna Jahr’daki müzikleri ile destek oldu. Sanatçının kimi şarkıları Nilüfer Akbal tarafından da yorumlandı.

Halen İstanbul’da mimar olarak geçimini sürdüren müzisyen ,bir süredir pek çok sanatçı arkadaşı ile birlikte Kürt müzisyenlerinin kurumsal bir yapı içinde dayanışması ve Kürtçe sözlü müziklerin daha özgür ve profesyonel koşullarda icra edilebilmesi için uğraş veriyor. Mehmet Atlı şu sıralar, şarkılarından ve enstrümantal çalışmalarından oluşan iki ayrı album projesi üzerinde çalışıyor.

NO Çİ HALO şarkısınının videosunuz izleyebilirsiniz.



pısmamo



Lolo Pismamo
Lolo Pismamo çima deng nakî
Serê xwe carek bilind ranakî
Leşkerê dujmin li çiyayê jor in
Weke xweşmêra j’hev bela nakî

Lolo Pismamo zanim xweşmêr î
Pismamê Ristem yan Êzdîn Şêr î
Roja halanê, roja lêdanê
Mêr û gernas î dotmam bi gorî

Lolo Pismamo haya te j’te bî
Çarika minê reş li serê te bî
Roja lêdanê mêr be l’meydanê
Kuştin tim hebî, reva te nebî

Dotmama te me, min çav kildaye
Derefşa Kawe, bo te hildaye
Rojek lêdanê, rojek razanê
îro lêdan e roja Kurda ye

Dengê min zîz e hewar û gazî
Serqot û pêxwas, birçî û tazî
êriş e lêxe pismamo lêxe
Şerm û fehêt e îro tu razî

Şalê Xerzanî rabe li xwe ke
L’pişta xwe girêde rext û fişek e
Pisamê min î, dotmama te me
Mi j’te re kil dane çavên belek e


Lolo Amcaoğlu(Pismamo) neden konuşmazsın
Bir kere olsun başını kaldırmazsın
Düşman askeri dağların yukarısında
Yüreklililer gibi çatmazsın(?)

Lolo Pismamo bilirim yüreklisin
Ristem ya da êzdînşêr'in Amcaoğlusun
Nara günü, vuruşma günüdür
Erkek ve yiğitsin amcakızı sana kurban olsun

hey pismamo kendini bil
siyah çarığım üstünde olsun senin
vuruşma günü yiğit meydanında ol
vuruşun olsun, düşüşün olmasın

amcakızınım sürme çekmişim gözüme
Kawanın (derefş)ini senin için kaldırdım
bir vuruşursun bir uyursun
bugün vuruşmadır Kürtlerin günü

benim çığlık ve hawarım acınaklıdır
başıboş aç ve çıplak
savaştır pismamo vur vur
utanç günü bugün sen uyudun

Xerzanî şalını giy üstüne
mermi ve fişekleri üstüne al
amcaoğlumsun, ben senin amcakızın
senin için sürme çektim gözlerime,alaca


http://www.mehmetatli.com/

DOSTLUK

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 09, 2009

Dost ve dostluk dediğimiz, çokluk ruhlarımızın beraber olmasını sağlayan bir raslantı ya da zorunlulukla edindiğimiz ilintiler, yakınlıklardır. Benim anlattığım dostlukta ruhlar o kadar derinden uyuşmuş, karışmış kaynaşmıştır ki onları birleştiren dikişi silip süpürmüş ve artık bulamaz olmuşlardır. Onu (Etienne de la Boetie: Montaigne'in en iyi dostu. İyi yürekliliği ve bazı şiirleriyle tanınmıştır.) niçin sevdiğimi bana söyletmek isterlerse bunu ancak şöyle anlatabilirim sanıyorum: Çünkü o, o idi; ben de bendim.

Ruhlarımız o kadar sıkı bir birliktelikle yürüdü, birbirini o kadar coşkun bir sevgiyle seyretti ve en gizli yanlarına kadar birbirine öyle açıldılar ki ben onun ruhunu benimki kadar tanımakla kalmıyor, kendimden çok ona güvenecek hale geliyordum.

Öteki sıradan dostlukları buna benzetmeye kalkışmayın: Onları, hem de en iyilerini ben de herkes kadar bilirim. O dostluklarda insanın, eli dizginde yürümesi gerekir: Aradaki bağ, güvensizliğe hiç yer vermeyecek kadar düğümlenmiş değildir. Chilon (Eski Yunanistan'ın ünlü bilgelerinden biri.) dermiş ki: «Onu (dostunuzu), bir gün kendisinden nefret edecekmiş gibi sevin; ondan, bir gün kendisini sevecekmiş gibi nefret edin.» Benim anlattığım yüksek ve yalın dostluk için hiç yerinde olmayan bu davranış, öteki dostluklara uyabilir. Bunlar için, Aristoteles'in sık sık tekrarladığı şu sözü de kullanabiliriz: «Ey dostlarım, dünyada dost yoktur...»

Onsuz yorgun ve bezgin sürüklenip gidiyorum: Tattığım zevkler bile, beni avutacak yerde ölümünün acısını daha fazla artırıyor. Biz her şeyde birbirimizin yarısı idik; şimdi ben onun payını çalar gibi oluyorum:



Nec fas esse ulla me voluptate hic frui

Decrevi, tantisper dum ille abest meus particeps (Terentius)

Onunla her şeyi paylaşmak zevkinden yoksun kalınca,

Hiçbir zevki tatmamaya karar verdim.



Her işte onun yarısı, ikinci yarısı olmaya o kadar alışmıştım ki şimdi artık yarım bir varlık gibiyim.



Illam meae si partem animae tulit

Maturior vis, quid moror altera,

Nec chanıs aeque, nec superstes

Integer? Ille dies utramque

Duxit ruinam (Horatius)



Mademki zamansız bir ölüm seni, ruhumun yarısı olan seni alıp götürdü, yeryüzünde varlığımın yarısından, en aziz parçasından yoksun yaşamakta ne anlam var? O gün ikimiz birden öldük.

Ne yapsam, ne düşünsem onun eksikliğini duyuyorum. O da benim için elbette aynı şeyi duyardı. Çünkü o, diğer bütün değerlerinde olduğu gibi dostluk duygusunda da benden kat kat üstündü.



DENEMELER:

Michael De MONTAIGNE



Hemşince Türküler

yollayan tutbenidüşmeden on

Enemem Yalilara

Enemem yalilara
Kuş konar çalilara
Benden selamlar olsun
Sari yazmalilara

Kuş dağlari dolaşur
Güzel dilun bolaşur
Yare bir mektup yazdum
Ancak ona olaşur

Yeşil yeşil geymişsin
Yeşil güle donmişsin
Yoğidun buralarda
Nerelerden gelmişsin

İnce işlerum ince
Pembe yakişur gence
İnsan bi hoş oliyor
Sevduğuni görince

İnce işlerum ince
Soğan zarisi gibi
Erittun beni yarum
Dağlarun kari gibi





Oda Yaptum

oda yaptum damilen
oda bi yardum ilen
gotur beni sevduğum
ikiyüz adam ilen

odanun tavani yok
arazi göreniyur
maşallah sevduğume
negüzel göreniyur

karşida yeni evun
parlar akuşkalari
fukarasin sevduğum
takamazsin camlari

yeni ev yeni perde
yeni duştum bu derde
bu dertten eldum ise
nasil yatayim yerde

kapidaki mereği
kestanedur direği
yare selam soyleyun
sikılmasun yureği


Da Mamut

madem hava bulut idi da mamut
donup eve geleyidun da mamut
kalun kaymak sicak ekmek yiyeyidun da mamut
madem hava bulut idi da mamut
donup eve geleyidun da mamut
altı doşek usti yorgan yatsayidun da mamut
madem hava bulut idi da mamut
donup eve geleyidun da mamut
kılli t..ak beyaz ..a vursayidun da mamut

Derlayen: Mahir Özkan

Alıntı: http://hamshentsi.blogspot.com

YAĞMUR YAĞMASAYDI

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 06, 2009


YAĞMUR YAĞMASAYDI

önce yağmur vardı

adam içerden kekeme adımlarla çıktı
burnunun ucuna düşen gözlüğünü düzeltti
arkadan bağlı değildi kolları
ama o bunu farketmedi
baktı bir ufka yatıp bakar gibi bir ufka
görüşçülerin arasına karıştım
oysa ben değildim aradığı

sarıldılar boynuna adamın
sarılanları tanıyordum

çok iyi tanıyordum

adam öptü onları kokladı
adam birini aradı durmadan
ben değildim aradığı
sendin
usulca ellerimi tutan

seni yağmurların aldığını biliyordu
belki bilmiyordu
adam durmadan seni aradı
adını bağırdım

duymadı

beni benden başka kimse duymadı

barbaros kafe'nin balkonunda oturuyorduk
masada bir eylemin başlangıcı duruyordu
yağmurun altında akşam oluyordu

yağmur yağmasa akşam olmayacaktı
belki bunların hiçbiri olmayacaktı

şiirden ayrılan bir dize gibi kalktın
bir dizesi eksik şiir gibi kalktın

onsekiz yaşını alıp masadan

arabaya bindirdiler adamı
buğulu cama dayadı ıslak burnunu
kolları bağlı değildi farkına varmadı
seni yağmurların aldığını biliyordu
belki bilmiyordu
baktım arkasından koştum arkasından

aramızda sekiz yıl vardı

yağmur ve akşam

bağırdığımı duymadım ama bağırdığımı biliyorum
elini aradım elin yoktu
dehşetle girdim balıkçı pazarına
işte böyle yağmurlu bir akşamdı
sakalım ve kederim yoktu önceden
ve beşiktaş'ta balıklar
bu kadar pahalı
değildi

kaç adam düşer balıkçı tezgahına

vurulup tezgahınıza düştüğüm bir akşamdı
kanımın balıkları boyadığı bir akşamdı

seni yağmurların aldığı bir akşamdı

seni yağmurların aldığı bir akşamdı
karnından vurulmuştu o kalbini tuttu
alnından vurulmayı sevmiyordu

gül dese de şairler

kadavra gibi diktiler karnını
kalbini avuçlayarak kalktı adam
gözlüğünü aradı yüzünde
henüz gözlük kullanmıyordu bunu unuttu
bir leylak geçti önünden eflatun mu ak mı
kokusundan tanıdı bir leylak geçti önünden
baktı arkasından koştu arkasından
seni tanımıyordu bunu da unuttu

buğulu cama dayadı ıslak burnunu

yüzünün ıslaklığını yağmura yordular
belki cama dayamazdı burnunu
biryazgünü açılsaydı kapılar

biryazgünü açılsaydı kapılar
yağmur yağmasaydı
seni yağmurlar almasaydı
ıslığımla okşayacaktım
heybetinden yanına varılmaz
dağları

soluğum dağ
kurdun kuşun uğramadığı taze bir şeftali
bir fesleğen bir ıtır bir sardunya kokusu
koşacaktım sana

ihtimal ben kapıyı vurmadan açacaktın

ellerimi bulacaktın

yağmur yağmasaydı
seni yağmurlar almasaydı
nizamiye kapısında dururdun
güneş saçlarında dururdu
görüşçülerin gözlerinde
nöbetçinin kepinde dururdu

kimbilir ellerin nasıl dururdu

kiremit renkli aralık
beni içine alıyordu
sen yoktun
sözlerini bulamadığım
bir şarkının müziği vardı
küçük eski bir yara izi gibi
tüfeklerin dönüp baktığı
bir şarkının müziği vardı

sen yoktun

ben kederimi ellerinden tuttum

yağmur yağmasa akşam olmayacaktı
belki bunların hiçbiri olmayacaktı
yağmurda bütün ışıklar ölüyordu
sakallı bir karanlık yürüyordu
lalezar caddesi'nde çığırtkan sesleri
sinemalar tiyatrolar sönmüştü

yıldızlar dahil lalezar caddesi ölmüştü

cafe naderi'de oturuyorduk
cadde istanbul kararıyordu
tek tek ölüyordu ışıklar
ellerin ellerimde uyuyordu
gözlerin başka söylüyordu
birden çıkardın tokalarını
saçların omuzlarından aktı

masaya bıraktın

....

Cemal Süreya

yollayan tutbenidüşmeden on

http://upload.wikimedia.org/wikipedia/tr/f/f2/Cemal_S%C3%BCreya.jpg

"hep alcak sesle konusan biri de vardı ki kederini soylu kılmak için yüreğindeki kurşun yarasına aşktandır derdi."

Cemal Süreya

İki Roman

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 05, 2009



Bu kitapta Oktay Akbal'ın iki romanını bir arada okuyabiliyorsunuz:
''Suçumuz İnsan Olmak'' ve ''İnsan Bir Ormandır''.

Suçumuz İnsan Olmak”ta, toplumun geleneklerine tek başına karşı çıkmaya çalışan bir insanın, bazen yakaladığını sandığı mutluluk ve bazen yaşadığı yenilmişlik duygusu arasındaki gelgitlerini anlatıyor.

İnsan Bir Ormandır'' da ise, evlilikte mutluluğu bulamayan bir insanın dramını bize anlatıyor.

Nazım Hikmet

yollayan tutbenidüşmeden on Haziran 04, 2009

http://www.nazimhikmetran.com/images/fotolar/37.jpg

"Ben diyorum ki ona: - Kül olayım Kerem gibi yana yana. Ben yanmasam sen yanmasan biz yanmasak, nasıl çıkar karan- -lıklar aydın- -lığa.. (Taranta Babuya Mektplar)"


Nazım Hikmet