Katil Abd ve Vietnam'daki My Lai Katliamı

yollayan tutbenidüşmeden on Ekim 12, 2007

1968 yılındayız... ABD Vietnam Savaşı’na boğazına kadar batmış durumda. 500.000 Amerikan askeri, tuzaklarla dolu tropikal ormanların içerisinde, bir görünüp bir kaybolan Vietnam Halk Kurtuluş Ordusu gerillalarıyla çarpışıyor, gerilla hiçbir yerden tam anlamıyla temizlenemiyor, ABD yönetimi ve özellikle ordu komuta kadrosu giderek sıkışıyor.
Bölge ele geçirememe, ABD ordusunun en büyük sorunu. Gerilla kayboluyor ve yeniden ortaya çıkıyor. Yürütülen operasyonlarda ne ölçüde başarı sağlandığı bile tam anlaşılamıyor.
İşte tam bu zamanlarda, Amerikalılar “ceset sayma” adıyla ün yapan bir yönteme başvuruyor. Bölge temizlendi mi, şüpheliydi, ama ölü bir gerilla şüphe götürmez şekilde ölüydü. Böylece, ABD komuta kadrosunun başarıyı ceset sayarak ölçmeye yönelmesi, tek tek Amerikan askerlerine de daha büyük bir öldürme arzusu ve daha geniş bir öldürme serbestisi veriyor. Bu politikanın en belirgin sonuçlarından biri My Lai köyünde olanlardır.

Sabah 08.00’de geldiler...
16 Mart 1968 günü, Americal tümeninin Charlie bölüğü, Vietnam’ın Son My yöresindeki My Lai köyü ve çevresine yönelik bir operasyon için helikopterlere bindirildi. Bölüğe Yüzbaşı Ernest L. Medina, bölüğün 2. müfrezesine Teğmen William Calley komuta ediyordu. Vietnam Halk Ordusu gerillalarını “bulmak ve yok etmek”le görevlendirilmişlerdi.
Sabah saat 08.00 sularında helikopterler Charlie bölüğünü My Lai’nin biraz uzağına indirdiler. Köy önce topa tutuldu. Sonra 1. ve 2. müfrezeler ateş ederek köye daldı.
Gerilla bulamadılar. Onun yerine, insan, hayvan, canlı kimi buldularsa onları yok ettiler. Yaralıları süngülemek, kızların ırzına geçmek, insanların çocuklarını saklamaya çalıştığı barakalara elbombası atmak, 100’den fazla insanı bir hendeğe doldurup taramak gibi caniyane işler yaptılar. Dört saat süren katliamın sonunda tam 504 insan öldürdüler. Öldürdükleri, kadınlar ve çocuklardı. Ve çok yaşlı erkekler... Ortalıkta ne gerilla ne de gerilla olabilecek yaşta erkekler vardı.
Katliama tanık olmuş bir helikopter pilotu olan Hugh Thompson, olayı şöyle anlatıyordu: “O sabah, My Lai’deki bir kara operasyonuna destek sağlamakla görevliydik. Görevim, dost kuvvetlerin cephe hizasında uçup ateş açmak, düşmanın yerini saptayıp onlara bildirmekti... Köy, birliklerimiz oraya yaklaşmadan önce top ateşine tutulmuştu... Birliklerimizin üzerinde ileri geri uçmaya koyulduk. Ve kısa süre sonra her tarafta cesetler görmeye başladık. Nereye baksak ceset doluydu. Çocuklar vardı, 2, 3, 4, 5, yaşlarında; kadınlar, çok yaşlı adamlar; ama genç erkekler yoktu aralarında. Genç erkekleri arıyor olmamız gerekiyordu. Nişancım, ‘Silahları nerede bunların?’ diye sordu...
Dolaşıyor ve yaralı insanları görüyorduk. Yolun kenarında yaralı bir kadın vardı, onu görünce, yanlış birşeylerin olduğunu düşündük... Her yere bakıyor ve neler döndüğünü anlayamıyorduk... Birkaç dakika sonra dönüp geldik ve yaralı kadını tekrar gördük. O fotoğrafı hepiniz hatırlıyorsunuzdur. Şapkası yanına düşmüştür. Çıplak gözle iyice yakından bakınca, hemen yanındaki öbür nesnenin ne olduğu da seçilebiliyordu. Beyniydi. Hiç hoş değildi. Başka bir yaralı kadın gördük. Telsize sarıldık, yardım istedik... Birkaç dakika sonra bir yüzbaşı geldi, kadına bir tekme attı, geri çekildi ve onu vurdu.
Bir hendeğin üstünden geçerken, bir sürü insanın oraya doluşmuş olduğunu, kıpırdadıklarını gördük. Aşağı indim ve bir çavuşa, onları oradan çıkarmak için yardım edip edemeyeceğini sordum. Yaralılar vardı aralarında. Çavuş bana yardım etmenin tek yolunun onları ıstıraplarından kurtarmak olduğunu söyledi. Şaka yapıyor sandım, söylediğini şaka kabul etmiş olmalıyım. Tekrar havalandığımızda, mürettebatımın ekipbaşı, ‘Aman Allahım, hendeğe ateş ediyor!’ diye bağırdı. İki defa daha yardım istedik; yani toplam üç defa. Her seferinde insanlar öldürüldü.
Biraz sonra, ahşap bir sığınak gibi bir yere sığınmış bir kadın gördüm. Ben de helikopteri tekrar indirdim. Kara birliklerine doğru yürüyüp, o sığınakta siviller var, onların oradan çıkmasına yardım edin, dedim. Biri, ‘Bir elbombası atalım, çıkarlar,’ dedi. Onları durdurdum, gidip insanlara çıkmalarını işaret ettim, çıktılar.
Sandığımdan daha çok insan varmış orada. 9-10 kişi kadardılar. Onları burada bırakırsam ölecekleri kesindi. Amerikalılar hazır bekliyordu. Oysa bu 9-10 insan kimse için bir tehdit oluşturmuyorlardı. Mürettebatım da ben de o sırada çılgına dönmüştük. Bu insanları ne yapacaktım? Burada bırakırsam öldürülecekleri kesindi. Helikoptere yürüdüm, hepsini etrafıma topladım. Telsizle başka bir helikopteri kullanan arkadaşımı aradım. Gelip bu insanları buradan götürmesini istedim. Geldi, onların ancak yarısını alabildi, götürüp 10 mil öteye bıraktı. Geri döndü. Sonra hepsini toparlayıp kalktık.
Dönüp tekrar hendeğin üstünden geçtik. İçinde hâlâ biraz hareket vardı. Yere indik. Ekip şefi Glenn Andreotta hendeğe indi, biraz sonra kucağında kanlar içinde bir çocukla geldi. Onu ne yapacağımızı da bilemiyorduk, ama helikoptere aldık, Quang Ngai’deki yetim hastanesine götürürüz diye düşündük. Müthiş hayal kırıklığına uğramıştım...”

Katliamın örtbas edicisi: Colin Powell
İşte My Lai’deki öykü böyle... Böyle binlerce öykü var aslında; ama en çarpıcılarından biri bu. Üstelik birinci ağızdan anlatılıyor.
Aynı günlerde, Vietnam’da, hem de olayın geçtiği bölgede çok tanıdık bir yüz vardır. Bush’un Dışişleri Bakanı Colin Powell 1968-69’da Vietnam’da yüzbaşıdır. Chu Lai’deki katliamcı Americal tümeninde, G-3 operasyonlarının komuta heyetinde başkan yardımcısıdır.
Powell, bu sırada, askerlerin kendi aralarında taktığı isimle “Kasap Tugayı” diye bilinen 11. Hafif Piyade Tugayı’ndan Tom Glen’in Vietnam’daki Amerikan kuvvetlerinin komutanı General Creighton Abrams’a yazdığı bir mektupla ilgilenmek zorunda kalır. Glen, 1968 kasımında, ABD’ye dönmeden kısa süre önce yazdığı mektupta özel bir olaydan sözetmiyordu, ama sivillerin ve esirlerin işkenceden geçirildiğini, öldürüldüğünü ileri sürüyordu. Bu tür eylemler, Glen’e göre, “bütün birliğin her düzeydeki katılımıyla yapılıyor ve bu yüzden, ordunun saptanmış politikası olarak görülüyordu.”
Mektubun bir kopyası, 9 Aralık 1968’de, Americal tümeninin komuta heyetindeki Yüzbaşı Colin Powell’a iletildi ve konuyu araştırıp, rapor vermesi istendi. Birkaç gün sonra, 13 Aralık 1968’de, Powell, üstü olan generale verdiği raporda şöyle dedi: “bu genç asker yeterince ayrıntı vermemiş, somut veri az, açılacak bir soruşturmaya zemin oluşturmaya yeterli değil bunlar.”
Powell, Glen’i bulup işin aslını öğrenmek yerine, Glen’in komutanıyla görüştü ve ondan, bu askerin artçı birliklerde görev yaptığını, düşmanların esir alınışını ve hele onlara işkence yapılmasını izlemiş olamayacağını öğrendi. Bu da yanlıştı, bizzat kendisinin sonradan The New Republic dergisinde Charles Lane’e söylediğine göre, Glen, bu konuda bilinmesi gereken her şeyi bilen bir askerdi. My Lai katliamının yapıldığı gün, Glen’in bağlı bulunduğu birlik de My Khe’de ayrı bir katliam yapmış, 90 kişiyi öldürmüştü. Üstelik, bu tür katliamları gizlemenin bir yolu da vardı: ABD ordusunun kodlamasında “ceset sayımı” yaparken, gerillalar “v.c.” (Viet Cong), “masum sivil”ler ise “inciv” (Innocent Civilians) olarak kayıtlara geçiriliyordu. Böylece birlik komutanları, ölü listelerine canları ne kadar isterse o kadar “v.c.” işareti koyuyor, kimse de bu isimlerin gerçekten kaç yaşında olduklarını, vb. merak bile etmiyordu.
Sonuçta Powell’a göre Er Glen’in iddiaları asılsızdı ve yine onun raporuna göre “Americal tümeninin askerleriyle Vietnamlılar arasındaki ilişkiler mükemmel”di.
Aynı Powell 25 yıl sonra bir gazeteciyle görüşürken, My Lai’daki felâketin “trajik fakat anlaşılabilir” olduğunu söyleyecek, durumu şöyle tasvir edecekti: “Kızılderili toprağında gibisiniz. Her taraf gerilla kaynıyor. Oraya dalınca, karşınıza çıkan herkesle savaşıyorsunuz.”
Ancak iş bu kadarla bitmedi. Katliamdan yaklaşık bir yıl sonra, üst düzey ordu müfettişleri Americal tümeni karargâhına geldiler. Albay Howard K. Whitaker, yeni bir soruşturma için gelmişti. Çünkü bu sefer de ortada er Ronald Ridenhour’un mektubu diye bir belâ vardı. Ridenhour da Vietnam’da, Quang Ngai bölgesinde görev yapıp terhis olmuş bir erdi. Charlie bölüğünden askerlerle bira içerken, katliamın hikâyesini öğrenmişti. Katliamcılar, marifetlerini ballandıra ballandıra anlatmışlardı.
Terhis edilip ABD’ye döndüğünde, oturdu her şeyi yazdı ve 29 Mart 1969’da, Washington’da önde gelen 30 insana postaladı.
Albay Whitaker, Powell’ın yardımıyla soruşturmayı yaptı ve bitirdi. Elde ettiği sonuç tam olarak Amerikalı mantığına uygundu. Resmi kayıtlara göre My Lai’da sadece 128 kişi ölmüş görünüyordu ve Whitaker’e göre bu 128 kişinin öldürülmesi bir katliam sayılamazdı. İddialar “aşırı abartılı”ydı. Whitaker 17 Nisan 1969’da raporuna böyle yazdı.
Ama yine de sorunlar bitmemişti.
1969 sonbaharında ABD’de zaten savaşa karşı protesto dalgası almış yürümüştü. Powell, sonradan gazeteci Bob Woodward’a söylediğine göre, protesto gösterilerine baktıkça, “ihanet ve alçaklık” görüyordu. My Lai katliamı haberi böyle bir ortamın ortasına bomba gibi düştü. Katledilmiş kadınların, çocukların görüntüleri ortaya çıkınca ortalık karıştı. Bu kez daha ciddi bir soruşturma gerekiyordu.

Göstermelik Yargılama
Yeni soruşturma General Peers tarafından yürütülecekti. Bu soruşturma sırasında 400’ü aşkın tanık dinlendi, toplanan ifadeler 20.000 sayfadan fazla tutuyordu. 14 Mart 1970’te açıklanan Peers raporu, 16 Mart 1968 günü yaşanan vahşetin ayrıntılı hikâyesini içeriyordu. 1969 Eylülünde Teğmen William Calley 109 sivili öldürmekle suçlanıyordu.
General Peers, aslında 28 subayın yargı önüne çıkarılması gerektiği sonucuna varmıştı. İki subay da, katliamın örtbas edilmesine yardımcı oldukları için yargılanmalıydı. Ama ABD ordusu, katliam yapan mensuplarına böylesine kıymayı göze alamadı. Yasaların ardına sığınan ordu hukukçuları, sadece 14 subayın yargılanmasına izin verdiler. Ordunun soruşturmasında, 30 askerin ciddî suçlar işlediği belirlendi. Bunlardan 17’si ordudan ayrıldı ve yargılanmaları gereği ortadan kalkmış sayıldı, haklarındaki davalar sessizce düşürüldü. Geri kalanları da ya davalarının düşmesiyle ya da suçsuz bulunarak kurtuldular. Sonuçta sadece Teğmen Calley ceza aldı. Ağır işlerde çalıştırılarak ömürboyu hapsedilmesi kararlaştırıldı. Askerî cezaevine kondu.
Fakat bu sefer de “Vatan için kurşun atan da yiyen de...” mantığıyla Başkan Nixon devreye girdi. Başkanın şahsî yetkisini kullanmasıyla Calley üç gün sonra serbest bırakıldı. Sonraki üç yılı, Georgia’da, Fort Benning’de ev hapsinde geçirdi. Bu arada cezası da ömürboyu hapisten 10 yıl hapse çevrildi. 1974’te, cezasının üçte birini çekmiş olduğundan serbest bırakıldı.

Seymour Hersh: Bir Gazeteci
Dünya, ABD ordusunun My Lai vahşetini Amerikalı bir gazeteci sayesinde öğrendi: Seymour Hersh.
Seymour Hersh, 1969’da Pentagon hakkında bir kitap üstünde çalışırken, Vietnam gazilerinin avukatlığını yapan bir adam bürosuna gelip onun kulağına şunu fısıldamıştı: Ordu, 75 sivili öldürmekle suçlanan bir subayı yargılayacaktı.
Hersh, ilk ihbardan sonra biraz araştırdı ve meselenin Teğmen Calley diye biriyle ilgili olduğunu öğrenebildi. Ordu içinden birilerine sordu. Hep şu cevabı aldı: “Bulaşma bu işe, kafanı çevir!”
Hersh, bir gün başka bir iş için gittiği Pentagon’da, önceden tanıdığı bir albaya rastladı. Albay, Vietnam’da yaralanmış, generalliğe yükselmişti. “Şu Calley meselesi nedir?” diye ona da sordu Hersh. Ve şu cevabı aldı: “İlişme ona.”
Hersh tanıdığı bir Kongre üyesine de gidip Calley meselesini sordu. Adam konuyu biliyordu. Gazeteciye, “Yazma onu,” dedi. “Orduyu mahveder bu iş.”
Hersh bunun üzerine daha da sıkı eşelemeye koyuldu ve katliam sanığı Teğmen Calley’in avukatına ulaştı. Buluştuklarında konuşurlarken bir ara Calley’in avukatı, müvekkili hakkında gazeteciye şöyle dedi: “150 kişiyi öldürdüğünü söylüyorlar.” Hersh, o ana kadar 75 sivilin öldürüldüğünü duymuştu. Şimdi rakam 150 olmuştu. Avukat Latimer, “Bak şuraya!” diyerek bir dosya açtı, Hersh’in önüne koydu. Burada, Teğmen William Calley’in “111 Doğulu insanı öldürmekle” suçlandığı yazılıydı.
1992’de gazetecilerle görüşürken, “Bu hiç aklımdan çıkmadı,” demişti Hersh. “Sanki 10 tane Doğulu bir Kafkasyalıya, 12 Doğulu bir Siyah’a eşti. Ne demek, anlayamıyordum. Pek hoştu...”
Bu arada avukat, bir telefon görüşmesi için bütün belgeleri masanın üstünde bırakıp çıktığında Hersh, kağıtları baştan sona okumuş, sonra da gidip hikâyesini yazmıştı. Haberi 30-40 gazete ve dergiye sattı. 1970’te bu haberiyle Pulitzer Ödülü aldı.
Böylece büyük katliamın hiç olmazsa bir bölümü ortaya çıkmış oluyordu.

Ve Bir Başka Öykü: Tiger Force
ABD’nin Ohio eyaletindeki Toledo şehrinin 150 bin satışlı mütevazı gazetesi Toledo Blade, 22 Ekim 2003 tarihinde başlattığı bir yazı dizisiyle ortalığı birbirine kattı. Dizi, 1967’nin mayıs ayı ile kasım ayı arasında yaşanmış ve 36 yıl karanlıkta kalmış savaş suçlarını gün ışığına çıkarıyordu. 100’ü aşkın eski asker ve Vietnamlı ile röportajlar yapılarak hazırlanan dizide, 45 “elit asker”den oluşan özel Amerikan birliği “Tiger Force”un (“Kaplan Kuvveti”) yedi ay boyunca Vietnam köylerinde sivilleri nasıl katlettiği ayrıntılarıyla anlatılıyordu. 327. Piyade Taburu’na bağlı özel birliğin askerleri, yedi aylık dönemin sadece son 10 gününde, 10 Kasım 1967’de başlayan son “operasyon”da, komutanları yarbay Gerald Morse’dan gelen “327 ölü istiyorum” talimatı üzerine 327 Vietnamlı öldürmüşlerdi. Tiger Force’un yedi ayda toplam kaç sivil öldürdüğü hâlâ bilinmiyor ve büyük bir ihtimalle hiç bilinmeyecek. Ama çukurlara gizlenen kadın ve çocukları askerlerin el bombalarıyla nasıl öldürdükleri, yaralıların iniltilerini gece boyunca nasıl dinledikleri tanıklar tarafından anlatılıyor. 38 kalibre tabancasını canlı bir hedef üstünde denemek isteyen er Colligan’ın Chu Lai yakınlarında yaşlı bir adamı nasıl öldürdüğü.. Er Ybarra’nın ayağındaki spor ayakkabıları almak için bir genci nasıl öldürdüğü.. Ayakkabılar küçük gelince ölünün kafaderisini yüzüp tüfeğine nasıl astığı.. Teğmen Hawkins’in yaşlı bir köylüyü nasıl başından vurup öldürdüğü.. Boynundaki kolyeyi almak için bir bebeğin başının nasıl kesildiği..
Tiger Force’un 1967’deki katliamı, son birkaç yılda ortaya çıkarılan üçüncü büyük Amerikan savaş suçu. 1999 yılında da bir grup Associated Press muhabiri, Temmuz 1950’de Amerikan askerlerinin Kore’deki No Gun Ri köyü yakınlarında yaptıkları katliamı ortaya çıkarmıştı. Katliamdan kurtulanlardan biri AP muhabirine o gün yaşadıklarını şöyle anlatıyordu: “Bir teğmen çıldırmış gibi, ‘herşeye ateş edin, hepsini öldürün’ diye bağırıyordu. Çocuklar.. orada çocuklar vardı. Kim olduğu önemli değildi. Yediden yetmişe.. Körmüş, topalmış, deliymiş, hepsini vurdular..”
Bir de, tanık olduğu bir görüntüyü, dehşet içindeki bir kız çocuğunun görüntüsünü hafızasından söküp atamamış bir askerin anlattıkları vardı: “Çocuk bize doğru koşuyordu. O küçük kızı öldürmeye çalışan askerleri görmeliydiniz. Makinalı tüfeklerle..”

Ve bir tanıdık yüz daha: Donald Rumsfeld
1971’de açılan ve ABD tarihinin en uzun süren askeri soruşturmasının ardından herhangi bir cezaya gerek görülmeden kapatılan Tiger Force dosyası görüşülürken ABD Savunma Bakanı olan Donald Rumsfeld, bugün de ABD Savunma Bakanı. O gün Beyaz Saray’ın kurmaylarını yöneten Dick Cheney, bugün ABD Başkan Yardımcısı.
Ve nihayet son bir not: 25 Şubat 1969’da Vietnam’ın Thang Phong köyünde, emrindeki askerlerle birlikte çoğu kadın ve çocuk bir grup köylüyü öldürdüklerini aradan 32 yıl geçtikten sonra itiraf eden Bob Kerrey, Vietnam’dan döndükten sonra önce Nebraska valisidir (Demokrat Parti’den), ardından üst üste iki dönem Nebraska senatörü olarak ABD Senatosu üyesidir. Kerrey’in bugünkü kariyeri ise New York’taki New School Üniversitesi’nin başkanlığıdır.
Sonuç olarak Vietnam, Amerikan emperyalizminin en kirli sayfalarından biridir ve bugünkü ABD yönetiminde bu bataklığa bulaşmamış tek bir kişi bile yoktur. Üstelik, asla unutulmamalı; bütün bu olaylar, yalnızca ABD makamlarının verilerinde yer alanlardır. Katliama uğrayanların gerçek öyküleri ise çoğu kez batı metropollerinde duyulmamıştır bile.

Kaynak:www.barikat-lar.de

Katliamdan birkaç fotograf




0 dediki: