çek elini pipinde Adolf

yollayan tutbenidüşmeden on Kasım 18, 2007

çek elini pipinde Adolf

Eli hep pipisinde olan Adolf’e böyle bağırıp durmasaydı bahtsız Klara Teyze1, tarih başka türlü mü yazılırdı? Sanmam. Çünkü Adolf’e değilse bile, Mussolini’ye, Pinochet’ye, Netekimzade Kenan Efendi’ye, Ziya-ül Hak’a, Pol Pot’a, Hanry Kissinger ya da George W. Bush’a ve maalesef, sürüsüne bereket nice diktatöre çocukluğunda böyle bağırılıyordu, bağırılacaktı başka bir zamanda başka bir yerde. İktidar ve iktidarsızlık bir sembol olarak apış aramızdaki derin yere çağrışımlıydı. Derin, saklı, her yerde sergilenmesi ayıp, ama hayatımızı yönlendiren fallik bir duruş ile devletin/otoritenin duruşu, ta çocukluğumuzda beynimize kazındı. Pipisi değil de kukusu olanlarımız ise, iktidar kuku üzerinden kurulmadığı, kuku bizzat hükmedilme alanı sayıldığı için, ‘çek elini!’ uyarısından önce tokadı yediler ve yemekteler. Eli poposuna gidenlerimize ise tokat bile layık görülmedi ve onlar sırf bundan dolayı temerküz kamplarına gönderildiler/ gönderilmekteler.2
Kuku, mızrak ya da süngü çağrışımlı değil torba/çuval çağrışımlıdır ve biraz sonra aktaracağım metafor/mecaz üzerinden insanın insan olma sürecinde daha önemli bir yeri vardır. Mızrak/ bıçak/süngü/penis bu yeri gasp ettiği için, tarih biraz da iktidarın/otoritenin mızrağı çuvala sığdırma çabasından (ama aslında sığdıramadığı için de, bu noktada, bir tekerrürden) ibarettir. Ursula K. Le Guin (Elisabeth Fisher’den aktardığı) ‘çuval kuramı’ndan hareketle, tarih öncesi çağlarda insanların besinlerinin çoğunluğunu bitkilerin oluşturduğunu ve eliyle taşıyacağından fazlasını ve çocuğu taşımak için bir torba benzeri araca ihtiyaç duyması gerektiğini ve bu yüzden insanın bulduğu ilk araç-gereçlerden birinin kesici ve delici aletlerden çok, bir torba olması gerektiğini ileri sürer. Kesici ve delici alete öncelik veren kuramların ise hikâye/kahraman ikilisinin baskınlığı ve erkeği/gücü öne çıkarması dolayısıyla insana gurur duyulacak bir geçmiş ve gelecek kurgusu sunamayacakları sonucuna varır. Bu hikâye/kahraman eşleştirmesini biraz daha geliştirelim. ‘Büyük’ insanlar, diğerlerinin uğraştığı küçük ve günlük uğraşların insanları olmadıkları kuruntusu içindedirler ve bütün bir insanlığın hayatını düzenleyecek kamusal projelerle meşguldürler. Bahçeye sebze dikmek, tavukları yemlemek, kedileri beslemek, çocukla ya da sevgiliyle oynaşmak bu büyük adamların işi değildir.
Namlunun ucundaki iktidara ulaşma, memleketi kurtarma, işçilere, gençlere, kadınlara bilinç taşıma faaliyeti duygusallığı kaldırmaz. Yeni hikâyeler, yeni kahramanlar, yeni kurtarıcılar gereklidir. Hatta mitolojik çağlardan farklı olarak kahramanlar-kurtarıcılar ötesi yaratıklar olan liderlere/politikacılara ve düzenli ordulara ihtiyaç vardır. Ve eski çağlarda olduğu gibi değildir artık hikâyeler; nasıl ki o zamanlardaki gibi çıplak gezmiyor, iktidar çağrışımlı organlarımızı saklıyorsak, av partilerimizi, silahlarımızı, savaşlarımızı, hükmetme aygıtlarımızı da bir gizlilik ve yasak perdesi altında sunmalıyız. Öyle ki, bu muamma hali ve abartı gerçek gücümüzün ötesinde bir etki ve korku-sindirmeye yol açsın. (Son yaşanan savaş öncesi ve savaş durumunda ABD’nin savunma ve saldırı sistemlerinin haline bakınca, bu görülebilir.)
Hikâye politikadır artık. Çünkü gücü politikanın başarısı belirler. Avlanan mamut değil, halk ve iktidardır; politik rakipler ve karşıtlardır. İçinde derecelenmiş ve parçalanmış ilişkiler barındırmayan uyumlu ilişkiler ve yaşam kurguları ise, tıpkı çuval kuramcılarının öngördükleri günlük yaşamlar gibi, küçümsenmeli, dışlanmalı, manipülasyon ve dezenformasyon araçları da kullanılarak düşman ilan edilmelidir. Mamut etinden köftelerimiz Mc Donald’s’larda pişmiş olarak ya da meclis tavanına atılarak test edilmiş ve çiğ olarak sunulmaktadır. ‘Bu sabah Elif’le mantar toplamaya çıktık. Sonra bahçedeki marulları çapaladık ve tavukları taze sebzeyle besledik. Ardından kendi yapımımız olan aletlerle müzik yaptık ve tekneyle biraz gezindik. Akşam da köy meydanında, biz denizdeyken olan kavgayla ilgili konuşmak ve sorunu çözmek için diğer köylülerle bir araya geldik.’ diye bir arzı hal yine çekici değildir. Çekici olan seçim olsun ya da olmasın taraftara ve oy pusulasına indirgenmiş halk, ele geçirilecek ya da üzerinde etkili olunacak politik iktidar ya da küçük iktidar alanları, soyları kurutulacak iç ve dış düşmanlardır. Dünya büyük avcı için bir ‘national geographie’dir. Av hikâyeleri bire bin katılarak anlatılır. Yalanlar, avcının gücü elinden kaçırma korkusunu ve hikâyeden sıkılanın bu hikâyeye bir son verme cesaretini bastırmak içindir. ‘Adalet ve özgürlük’ diyenlerin ‘mıymıy’ talepleri nedir ki, muhteşem bombaların ve silahların yanında? Seyyah olup şu alemi gezecekler avuçlarını yalasın; bir lokma bir hırka, bir ağaç gölgesi/çadır/baraka isteyenler de. Sesten hızlı uçaklarına atladıkları gibi birkaç dakikada yapar bu işi avcılar. Hız gereklidir ve yok etme gücü. İkiz/üçüz/dördüz/... kulelerin, kubbelerin, minarelerin yüceliğinin yanında cüce kalır diğerleri. Hepsi hepsi süngüye/bombaya bakar onlardan kurtulmak.
‘Destanımızda kimlerin maceralarına yer verdiğinize’ bakar tercihiniz. Gücün gölgesinde, her an ölüm ve zulüm korkusuyla bir ‘yaşam’ bir yanda; diğer yanda basit ve uyumlu bir yaşam. Nasıl? Mızrağa mızrakla, süngüye süngüyle, bombaya bombayla karşılık vererek değil tabi ki. Yok edici aletlerin dehşet dengesi hiçbir zaman beceremeyecek bunu. Nasıl bir ülkü kurduysanız ona uygun yöntem ve araçlar kullanmak durumundasınız. Ülkünüze ters düşen araçların mazereti yoktur. Elinizde olarak/olmayarak ahlâksızlaştırırlar/kirletirler sizi. Kendilerini o araçların üzerine konuşlandırmış olanlar zaten, onları güdüleyen şey hep böyle örgütlenmek olduğundan, sizden bir adım önde olacaklardır daima. Şimşir mızrağın karşısına meşeden mızrakla mı çıktınız, bir zaman gelir çelik mızrak bulursunuz karşınızda. Daha sonra tank-tüfek. Evlerde kurulan basit atölyelerde düşmanınkine denk silahlar üretilebildiği zamanlar çok gerilerde kaldı. Erdem ve sorumluluk; ahlâk ve dışlama; dayanışma ve örgütlülük; işte mümkünse ancak bunlarla karşısında durabilirsiniz. Ondan bile kurtulana kadar, meşru müdafaa hakkınızı kulak arkası yapabilirsiniz (sigara içmeyenler için başka bir deyim de kullanılabilir burada).
Yani avcıyı avlanmaktan alıkoymak, dahası avlama-avlanmanın kendisinden kurtulmak mümkün. Kapıları tutan bezirgan başlarına haraç vermeden, korkunun yerine varlığın bütünselliğinden doğan ve doğal bir ölümü de içine sindirmiş yaşamı koyarak, zulme ve savaşa karşı direnerek, ‘çek elini pipinden...’ diyebilme kararlılığını göstererek. Bir çocuğa ‘çek elini pipinden’ demenin yıkıcı sonuçlarına sonraları maruz kalmamak, onunla oynayabildiği sürece alıkoymamak, herhangi bir organla ilişkinin yersizce kesilmesinin ilerde tehlikelerle dolu bir patolojik muammaya dönüşmesine şahit olmamak ve bu durumla uğraşmamak için, bir çocuğa bunun denmemesi gerektiği kanaatindeyim. Ama sonraki yaşlarda, apış mantarlarından kurtulmanın bir yolunu bulmadığından olsa gerek, gücü ve mülkiyeti hep sakınıp güvence altında tutmak, iktidar aracının hep yerinde ve kullanılmaya hazır durduğundan emin olmak için, elini ha bire oralarına götüren koca adamların o hastalıklı erkeklik gösterilerini sıkılarak ve iğrenerek seyretmek zorunda kalmamak için, bunu yapabilmeliyiz. Hükmedici gücün her darda kaldığında, sıkıştığında elinin bir silaha ya da bombaları yollayan bir düğmeye gitmesini kahredici bir şov gibi izlememek için artık boylu boslu olmuş bu ‘çocuklara’ ‘Çek elini pipinden!’ diyebilmeliyiz. Bugün daha da net olarak görüldüğü gibi, dünyanın ve çevresindeki işgal edilmiş uzayın selâmeti buna bağlı.


dipnotlar:
1 Adolf Hitler’in bahtsız annesi.
2 Saldırganlığı ve şiddeti SADECE bu mecaz-metaforla açıkladığım sanılmasın. Ama bunun pek önemli olduğuna dair kanaatimi de belirtmeliyim.

"Bildiğimiz kadarıyla insansıların evrim geçirip insana dönüştüğü tropik bölgelerde, türün temel gıdası bitkilerdi. (...) o bölgelerdeki insanlar yüzde 65 ila 80 oranında toplayıcılık yaparak besleniyorlardı; yalnızca kutup iklimlerinde et başlıca gıda maddesi olarak kendini gösteriyordu. (...) Tarih öncesinin ortalama insanı, haftada on beş saat kadar çalışarak gül gibi geçinip gidiyordu. İnsan haftada on beş saat çalışmayla hayatı kazanabiliyorsa, başka şeyler için pek fazla zamanı kalıyor demektir. O kadar ki, belki de hayatlarını renklendirecek çocukları, el işçiliği, aşçılık, şarkı söylemek gibi yetenekleri ya da kafa yoracak pek enteresan düşünceleri olmayan huzursuz tipler, bu zaman bolluğu yüzünde şöyle bir dolanıp mamut avlamaya karar vermiş olabilirler. Sonra da becerikli avcılar sırtlarında bir ton et, bol bol fildişi ve bir hikâye taşıyarak yorgun argın geri dönüyorlardı. Hayatı değiştiren şey et değildi burada. Hikâyeydi. Yabani yulaf tohumlarını ellerimin bütün gücüyle asılıp kabuğundan kopardım, (...) sonra pirelerin ısırdığı yerlerimi kaşıdım. Ool komik bir şey anlattı, derken dereye gidip bir su içtik, biraz da kertenkeleleri seyrettik, sonra oralarda biraz daha yulaf görmeyeyim mi... diye devam eden bir macerayı şöyle gerçekten sürükleyici bir hikâye haline getirmek hiç kolay değil. Mızrağımı o kıllı, devasa gövdeye sapladım; o sırada canavar Oob’u kocaman dişlerinden birine geçirmiş havada savuruyor, Oob avaz avaz haykırarak kıvranıyor, kanı kıpkızıl yağmur gibi üstümüze boşanıyordu, neyse ki şaşmaz okumla mamutu tam gözünden vurdum, beyni dağılınca hayvan devrildi, Boob da onun altında kalıp un ufak oldu... gibi bir anlatıyla karşılaştırılamaz, klasmana bile girmez. Bu ikinci hikâyede yalnız eylem değil, bir de kahraman var. Kahramanlar güçlüdür. Siz neye uğradığınızı anlamadan bir de bakarsınız ki yabani yulaf çayırındaki adamlar ve kadınlar, onların çocukları, yapıcıların el becerisi, düşünenlerin düşünceleri ve şarkıcıların şarkıları o örgüye eklenmiş, hepsi kahramanın öyküsünde göreve koşulmuş. Ama hikâye onların değil kahramanın hikâyesi."

Ursula K. Le Guin; Kadınlar, Rüyalar; Ejderhalar; s. 52-53; Metis Yayınları

Yavuz Fani

0 dediki: