BOLES

yollayan tutbenidüşmeden on Şubat 19, 2009

BOLES

Maksim Gorki

Tanıdıklarımdan biri bana şu hikâyeyi anlattı bir gün:


"Moskova'da öğrenciyken, "malûm kadınlar"dan biriyle, anlarsın ya, komşuluk etmek zorunda kalmıştım. Tereza adında bir Polonyalıydı. İriyarı, kömür küfesinden çıkmış gibi kara bir kadındı. Birbirine bitişik kaşları, baltayla yontulmuşçasına kaba saba bir suratı vardı. Karanlık gözlerinin hayvanca parıltısından kalın ve gür sesinden, külhani tavırlarından, satıcı kadınlara benzer iri gövdesinden ürkerdim... Ben tavan arasında oturuyordum. Onun kapısı da tam benimkinin karşısındaydı. Kadının evde olduğunu bildiğim zamanlar kapımı hiç açmazdım. Gerçi evde bulunduğu yoktu pek. Arada bir merdivenlerde ya da avluda karşılaştığımızda, yüzüme bakarak, bana yırtıcı ve arsızca gelen bir tavırla gülümserdi. Çok kez fitil gibi sarhoş, saçı başı darmadağın görürdüm onu. Bu sırada gözler kayar, yüzüne her zamankinden daha çirkin bir gülümseme yayılır:
- iyisiniz inşallah bay öğrenci! derdi. Arkasından da iğrentimi büsbütün arttıran aptalca kahkahalar atardı. Bu gibi karşılaşmalardan ve selamlaşmalardan kurtulmanın tek çaresi evden ayrılmaktı. Fakat penceresi geniş bir manzarayı kucaklayan şipşirin bir odam vardı. Sokağımız da çok sessizdi... Sıkıyordum dişimi. Bir sabah yatağıma uzanmış, üniversiteye gitmemek için birtakım bahaneler bulmaya çalışarak yatarken, birdenbire kapının açıldığını ve iğrenç Tereza'nın o kalın sesiyle:
- İyisiniz inşallah bay öğrenci!..diye seslendiğini işittim.
Kadının sıkıntılı yüzünde yalvaran bir anlatım vardı... Tuhaf, alışılmadık bir şeydi bu.
- Ne istiyorsunuz? dedim.
- Şey... efendim... Sizden bir dileğim var da...Artık ne kadar zahmetse...
Yattığım yerden: "Numara yapıyor!" diye düşündüm. "Sıkı dur Yegor! Seni yoldan çıkarmak niyetinde bu canavar." Kadın yalvaran bir sesle, ezile büzüle sözlerini tamamladı:
- Şey... Memlekete bir mektup yazdırmak istiyordum da...
İçimden: "Hay Allah kahretsin! Çattık!" diye düşündüm, kalkıp masanın başına geçtim, bir kâğıt çekip:
- Şuraya geçin, oturun ve söyleyin... dedim.
Tereza içeri girdi, sandalyenin bir kıyısına ilişti, suçlu suçlu yüzüme bakmaya başladı.
- Evet... Mektup kime yazılacak?
- Varşova yolu üzerindeki Sventsyan kenttinde Boleslav Kaşput'a.
- Peki... Söyleyin bakalım...
- Sevgili Boles'im... Canımın içi... Bennim biricik sevgilim... Meryem Anamız seni korusun! Altın yüreklim... Mahzun kumruna, Tereza'na niçin çoktandır mektup yazmıyorsun?...
Az kalsın basıyordum kahkahayı. Bir metre yetmiş beş santim boyunda, yumruğu bir batman ağırlığında, ömrü boyunca baca temizleyip bir kez olsun yıkanmamış gibi kapkara suratlı bir mahzun kumru!.. Gülmemi güçlükle tutarak:
- Kim bu Bolenz? diye sordum.
Kadın, Boles, adını bozarak söylememden incinmişçesine:
- Boles nişanlımdır, bay öğrenci... dedi.
- Nişanlınız mı?..
- Beyefendi niçin şaşırdılar?
Bir genç kızın nişanlısı olamaz mı?.. Sevsinler genç kızı!.. Büsbütün şaşırmıştım ya, bozuntuya vermemeye çalışarak:
- Yoo... diye karşılık verdim. Niçin olmasın? Her şey olabilir... Çoktan beri mi nişanlısınız?
- Altı yıldır...
Vay canına!.. Neyse... Böylece mektubu yazdık bitirdik. Hem de öyle ateşli bir aşk mektubu oldu ki, hani yazdıranı Tereza değil de ondan az daha ufak bir başkası olsaydı bu Boles'in yerinde olmak isterdim doğrusu. Tereza başını eğerek:
- Oldu... dedi.
Yardımınız için size çok teşekkür ederim bay öğrenci! Acaba ben de size bir hizmette bulunabilir miyim?
- Hayır, eksik olmayın!
- Hani, bir yırtığınız, söküğünüz varsa....
Bu kadın kılığına girmiş fil eskisi, iyiden iyiye tepemi attırmaya başlamıştı. Sert bir tavırla, onun herhangi bir hizmetine gereksinmem olmadığını bildirdim. Çıkıp gitti.

Aradan iki hafta geçti... Bir akşamüstü ıslık çalarak pencereden dışarı bakıyor, ne yapabileceğimi düşünüyordum. Hava bozuk olduğu için bir yere gitmek istemiyordum. Canım sıkılıyordu. Bir ara kendimi eleştirmeye koyuldum. Bu da oldukça sıkıcı bir iştir ya, başka bir şey yapmak gelmiyordu içimden. Bu sırada kapı açıldı. Çok şükür. Bir gelen var...
- Bay öğrencinin acele bir işleri var mıydı acaba?..
Hay Allah!.. Tereza'ymış.
- Hayır... Ne istiyorsunuz?
- Beyefendiden bir mektup daha yazmalarıını dileyecektim de...
- Pekala... Boles'e mi yine?
- Hayır, bu kez mektup ondan gelecek.
- Nee?..
- Oh, ne sersemim?.. Bağışlayın... ben.... yani... demek istedim ki... Kadın arkadaşlarımın birinden... Yani... kadın değil de bir erkekten demek istiyorum... Kendisi yazmıyor... Fakat bir nişanlısı var... Adı da benimki gibi, Tereza... işte sizden bu öteki Tereza'ya mektup yazmanızı dileyecektim de...
Yüzü allak bullak olmuştu. Karşımda sallanıp duruyor, titreyen ellerini oğuşturuyordu... işi anlamaya başlamıştım...
- Bana bakın bayan! Bu ne Boles işi, ne de Tereza. Yalan söylüyorsunuz! Boş yere uğraşmayın; sizinle ahbaplığa niyetim yok... Anladınız mı?
Kadın birdenbire tuhaf bir korkuya kapıldı. Yüzü kıpkırmızı oldu, sendeledi, bir şeyler söylemek istercesine dudakları kıpırdadı. Fakat ağzından tek sözcük çıkmadı. işin nereye varacağını bekliyor, beni yoldan çıkarmak istediğini sanmakla da bir parça yanıldığımı sezinliyordum. Anlamadığım başka bir şeyler vardı galiba. Tereza neden sonra:
- Bay öğrenci... diye sözü başlamışsa daa ansızın elini sallayarak sert bir hareketle geri döndü, çıkıp gitti, içimde kötü bir duyguyla öylece kalakalmıştım. Sonra kapısını şiddetle çarptığını işittim... Kızmıştı besbelli...
Bir süre düşündüm; gidip onu geri çağırmaya, ne isterse yazmaya karar verdim. Odasına girdiğimde, dirseklerini masaya dayamış, başını ellerinin arasına almış oturuyordu.
... Bu hikâyeyi anlatırken burasına geldiğimde hep bir tuhaf olurum nedense... Ne aptallık! Neyse...
- Bana bakın, dedim...
Kadın yerinden fırladı, gözleri parlayarak üstüme yürüdü, ellerini omuzuma koydu ve fısıltıyla, daha doğrusu hırıltıyla:
- Ne olacak? dedi. Ha, ne olacak? Evet, tam bildiğiniz gibi! Boles Moles yok... Tereza da yok! Ama size ne bundan? Kağıt üzerinde kalemi oynatıvermek çok mu zorunuza gidiyor? Ha? Ah sizler! Mahallebi çocukları! Evet!.. Ne Boles var, ne de Tereza! Yalnız ben varım! Ne çıkar bundan? Ha? Ne çıkar?..
Bu karşılama serseme çevirmişti beni.
- Durun hele, dedim. Ne demek istiyorsunuz? Boles diye biri yok mu yani?
- Evet yok! Ne çıkar bundan?..
- Ya Tereza, o da mı yok?
- Tereza da yok! Tereza ben'im!
Hiçbir şey anlamamıştım. Gözlerimi faltaşı gibi açmış, kadının yüzüne bakıyor; hangimizin delirdiğini anlamaya çalışıyordum. Tereza yeniden masaya doğru gitti, bir şeyler arandı, sonra yanıma geldi ve incinmiş bir sesle:
- Boles'e yazmak size bu kadar güç geldiyse, alın mektubunuzu! dedi... Alın!.. Ben başkalarına da yazdırabilirim... Bir de baktım, Boles'e yazdığım mektubu tutuyordu elinde... Vay canına!..
- Bana bakın Tereza! dedim.
Ne demek oluyor bütün bunlar? Niçin başka mektuplar yazdırasınız? Göndermiyorsunuz ki onları...
- Kime gönderecekmişim?
- Kime olacak... Boles'e!
- Ama Boles diye biri yok ki!..
Şaşıp kalmıştım! Ne halin varsa gör deyip ayrılmaktan başka çare kalmamıştı. Fakat kadın durumu açıkladı, incinmiş bir sesle:
- Ne çıkar? diye söze başladı. Yoksa yok!
(Ve sanki onun niçin olmadığına akıl erdiremiyormuş gibi ellerini iki yana açtı.)
Ama ben olmasını istiyorum... Ben de herkes gibi insan değil miyim?.. Evet... biliyorum... biliyorum ama... ona mektup yazmamın kimseye bir zararı yok ki...
- Afedersiniz, kimden söz ediyorsunuz?
- Boles'ten...
- Hani Boles yoktu?..
- Ah, Meryem Ana!.. Yoksa yok, ne çıkar bundan?.. Yok, ama varmış gibi geliyor... Ona mektup yazıyorum ve böylece var oluyor... O da bana Tereza'ya karşılık veriyor... Sonra ben yeniden yazıyorum...

Anlamıştım... O an ne kadar üzüldüğümü, utandığımı anlatamam... Bir insan yaşıyordu üç adım ötemde... Sevgiye, yakınlığa gereksinimi olan ve bunu hiç kimsede bulamayan bir insan, sonunda kendi kafasının içinde kendine bir sevgili yaratmıştı...

- Boles'e yazdığınız mektubu başkalarına okutup dinliyorum... O zaman Boles varmış gibi geliyor bana... Şimdi de Boles'ten Tereza'ya... yani bana... bir mektup yazmanızı diliyorum sizden... Onu başkalarına okutup dinlediğimde Boles'in varlığına büsbütün inanacağım. Yaşamak benim için daha kolaylaşacak...

... işte böyleyken böyle!.. Aklıma geldikçe bir tuhaf olurum!.. O günden sonra düzenli olarak haftada iki kez Tereza'nın Boles'e mektuplarını, Boles'in de yanıtlarını yazmaya başladım. Yanıtları özene bezene kaleme alırdım... Tereza bunları dinlerken o kocaman sesiyle avaz avaz ağlardı... Ve düzmece Boles'in mektuplarıyla ona gözyaşı döktürmemin karşılığında çoraplarımı, gömleklerimi yamar, söküklerimi dikerdi.
Bu mektup hikayesinden üç ay sonra bir nedenden hapse attılar onu. Şimdi ölmüştür belki de..."

Dostum sigarasının külünü üfledi, dalgın bir tavırla gökyüzüne bakarak sözlerini tamamladı: "işte böyle... insan acıyı tattıkça sevecenliği daha çok arar...
Ama köhnemiş erdemlerimizin duvarları arasına sıkışan, birbirimize tepeden bakan bizler bunu anlayamıyoruz. ...

Maksim Gorki
Çeviren: Ataol Behramoğlu

1 dediki:

Adsız dedi ki...

Teşekkür sana, sancılarımın dili Gorki'yi bir asır sonra dahi sancıttığın için.
Dostlukla..