can yücel’i hatırlamak

yollayan tutbenidüşmeden on Ağustos 12, 2007

Aydın Çubukçu
http://www.toplumdusmani.net/resim/can.jpg
Hep bir emekçi gibi yaşadı. Ona bakarak, sorardım: Günümüzün bakan oğullarından hangisi, yaşlılığında yoksulluk sınırında yaşayacak acaba? Bir evi vardı ve güçlükle almıştı. Şiirinden, yazılarından para kazanıyordu ve bu onun en büyük övüncüydü.
Can Yücel’in ölümünün üzerinden kaç yıl geçtiğini hesaplamak kadar güç bir aritmetik sorusu yoktur. Çünkü beklenen yanıt, iki rakamın alt alta yazılıp birbirinden çıkarılmasıyla elde edilmez.
Henüz toprağa verilmemişti. Köy kahvesinin önündeki bir ağacın altında, tahta tabutun içinde duruyordu. Dünya ıssızlaşmış, eksilmiş, daralmıştı. Bir gün önce, Ankara’nın ortasında kamu emekçilerinin izinsiz eylemi sırasında, polisle göğüs göğse gelinmişken gösteriyi yöneten otobüsün üstünden bağırmışlardı: “Can Yücel aramızda, Can Yücel aramızda!”
İzmir’de hastalıkla cebelleş haldeyken, buraya nasıl geldi diye düşündü insanlar bir an... Sonra anlaşıldı: Ölmüştü ve ruhu aramızdaydı!
Orası tam da Can Yücel’in olması gereken yerdi. Can Yücel tam da orada, her zaman beraber olmak istedikleriyle birlikte olurdu.
Dövüşen emekçilerle!
Yaşamını, şiirini, öfkesini ve küfrünü adadığı insanlarla birlikte, hep düşünü kurduğu kıpkızıl bir dünyaya doğru giderken, rüzgâra karşı şarkı söyleyerek yaşamalıydı...
Halka, işçilere, çalışarak yaşayan herkese duyduğu derin sevgi, aslında emeğin yeryüzündeki etkisini ve işlevini derinlemesine bilen kafasından kaynaklanıyordu. Kalbiyle değil, beyniyle seviyordu.
Yalnızca sevgiden ibaret değildi onlarla ilişkisi. Bilinçli bir örgüt adamı olarak son nefesine kadar, inandığı ne varsa gerçekleştirmeye çalıştı. Hastalığını hatırlatıp dinlenmesini, bir köşede uslu uslu oturmasına öğütleyenlere, “Ben şairim; fil değilim, ölümü bir köşeye çekilip bekleyemem... Meydanlarda ölmeliyim” diyordu.
Hep bir emekçi gibi yaşadı. Ona bakarak, sorardım: Günümüzün bakan oğullarından hangisi, yaşlılığında yoksulluk sınırında yaşayacak acaba? Bir evi vardı ve güçlükle almıştı. Şiirinden, yazılarından para kazanıyordu ve bu onun en büyük övüncüydü.
Malvarlığı tartışmaları sırasında, söylediği “ipimle kuşağım, s*kimle *aşağım, bütün malım mülküm budur” lafı dilden dile dolaştı.
Bugünlerde, bir şiiri elden ele dolaşıyor.
Malvarlığını, bir de şöyle dökmüş:

1- Avşa adasında üç daire, dört üçgen, beş dikdörtgen
2- Gökyüzünde bi bulut
3- Bitlis’te beş minare
4- Biri yazlık, biri kışlık iki platonik sevgili
5- Büro mobilyası ve çelik kapı üreten bir fabrikanın öğle üzeri yaslanıp sigara içilen beyaz duvarı
6- Islıkla da çalınabilen dört anonim türkü
7- Palandöken’de bir palan, bir döken
8- Kastamonu’da üç kasto
9- Üç fay hattı
10- Bir çarşamba, iki perşembe, üç cuma
11- Dünyada mekan
12- Ahirette iman
13- Denizde kum
14- Uzayda yerçekimsizlik
15- Bi çuval gazoz kapağı
16- Bi kibrit kutusu sigara izmariti
17- On sekiz saç biti
18- Biri İngilizce 6 adet küfür
19- Yirmi tane boş naylon poşet
20- Sevenlerin kalbinde kurulmuş bir taht
21- Bi sürü saç sakal, kıl, tüy, yün
22- Üç ayrı parkta üç ayrı belediyeye ait üç ayrı banka reklamlı bank
23- Bi ayakkabı çekeceği
24- İki büyük taş kütlesi
25- Bir adet ağaç gölgesi
26- Üç kuş kanadı sesi
27- Bi sürü kedi köpek
28- Bi Marmara denizi
29- Camına yaslanıp seyredilen iki piliç çevirmeci
30- Her akşam karıştırılan dört çöp bidonu
31- Çalıp çalıp kaçılan beş melodili apartman zili
32- Nakit 15 kuruş
33- Anne babadan kalma yarısı yaşanmış bir ömür
Başka türlü birşey...
Burada bence en önemli özellik, platonik sevgililerinden ve anasından babasından kalan ömründen gayrisinin, herkes tarafından paylaşılabilen şeyler olmasıdır. Hiçbiri özel mülk değildir. Tümü herkes tarafından kullanılabilir, herkesin sahiplenebileceği yerlerde duran, herkese ait şeylerdir.
Belki onun hep özlediği, “hiçbir şeye benzemeyen” diye tanımladığı komünizm, bu kadar basittir, bu kadar kolaydır, bu kadar insana uygundur:
***
Başka türlü birşey benim istediğim,
Ne ağaca benzer ne de buluta benzer;
Burası gibi değil gideceğim memleket,
Denizi ayrı deniz, havası ayrı hava;
Nerde gördüklerim, nerde o beklediğim kız
Rengi başka, tadı başka.
***
Onun ölümüyle dünya gerçekten ıssızlaştı. Yalnızca ailesi, arkadaşları, yoldaşları değil, bütün insanlık büyük bir dostunu kaybetti. Hepimiz adına öfke duyan, hepimiz adına ve hepimizin toplamından daha fazla seven ve hepimiz adına hiç kimsenin edemeyeceği kadar güzel küfreden adam, malvarlığını yine herkese bırakarak çekti gitti.
Nerede bir ağaç gölgesi, kuş sesi, kedi ve diğer şeyler varsa, orada Can Yücel’in anasının ak sütü kadar helal malı vardır. Dünyayı böylesine sahiplenen ve giderken tümüyle asıl sahiplerine bırakan o adamın anısını, bütün burjuva dünyasına en sert eleştirilerinden birini dile getirdiği bir şiiriyle selamlayalım:

SEVGİ DUVARI
sen miydin o yalnızlığım mıydı yoksa
kör karanlıkta açardık paslı gözlerimizi
dilimizde akşamdan kalma bir küfür
salonlar piyasalar sanat sevicileri
derdim günüm insan içine çıkarmaktı seni
yakanda bir amonyak çiçeği
yalnızlığım benim sidikli kontesim
ne kadar rezil olursak o kadar iyi

kumkapı meyhanelerine dadandık
önümüzde altınbaş altın zincir fasulye pilakisi
aramızda görevliler ekipler hızır paşalar
sabahları açıklarda bulurlardı leşimi
öyle sıcaktı ki çöpçülerin elleri
çöpçülerin elleriyle okşardın beni
yalnızlığım benim süpürge saçlım
ne kadar kötü kokarsak o kadar iyi

baktım gökte bir kırmızı bir uçak
bol çelik bol yıldız bol insan
bir gece sevgi duvarını aştık
düştüğüm yer öyle açık seçik ki
başucumda bir sen varsın bir de evren
saymıyorum ölüp ölüp dirilttiklerimi
yalnızlığım benim çoğul türkülerim
ne kadar yalansız yaşarsak o kadar iyi

0 dediki: